Tuesday, March 14, 2017

Osmanlı'larda Afyon ve Esrar Kullanımı

Osmanlılarda Afyon ve Esrar Kullanımı: SOURCE  

Osmanlı döneminde afyona ‘tiryâk’, afyonu kullanana ise ‘tiryâki’ denirdi.istanbul’da esnâf-ı bengciyan adı verilen bir sınıf bulunuyordu. Bunlar  Süleymaniye semtindeki Tiryâkiler Çarşısı’nda yer alan dükkânlarda şurup,  macun, levha gibi esrar ihtiva eden müstahzarlar hazırlayıp tiryâkilere  
satıyorlardı.Abdulaziz Bey, Dersaadet halkının yüzde sekseninin afyon kullandıgina ve cami ve tekkelerde bulundukları zaman bile ceplerinde taşıdıkları kutulardan hap halinde yapılmış ‘gıda’ olarak tabir ettikleri afyonu çıkarıp kullandıklarını ve afyon kullanımında tam bir serbestlik olduğunu  
belirtmektedir.Öyle ki, bazı Anadolu kentlerinde içine afyon ya da buna  
benzer maddeler konan ‘berş’ satışı bir gelir kaynağı idi.18. yüzyılda afyon  
üretimi öyle bir noktaya geldi ki, afyon gibi maddelerin ihracatı yapılmaya bile  
başlanmıştı. Öyle ki, bu dönemde afyonun ekimi, yetiştirilmesi ve hasatı  
konusunda halkı aydınlatmaya yönelik zirâî bilgilere dayalı layıhalar dahi  
yayınlanmıştır.  

Yine 1584 yılında afyona olan eğilimi bilinmesine rağmen Özdemiroğlu  
Osman Paşa sadrazamlığa getirilmişti.  
Abdülaziz Bey’in anlattıklarına göre istanbul’da afyon tiryâkilerinin pek  
çoğu Süleymaniye Camii şerifi karşısında ve medresenin altında otuzbeş  
dükkândan ibaret sıra kahvelere devam ederdi. Her biri ancak on beş kişi alabilen  bu kahveler hergün azına kadar tiryâkilerle dolardı.Bu tiryâkilerin bir kısmı  vaktiyle esnaflık yapmış ihtiyarlayınca işten çekilmiş, bir kısmı da vezirlerin ve  valilerin maiyetinde taşrada gezmiş, yaşlandıktan sonra evlerinde oturan kimselerdi.22 Bunun dışındaki afyon tiryâkilerinin büyük çoğunluğunuda  
 gençlikleri zamanında içki düşkünü oldukları halde son zamanlarında içkiyi terk  
 edip kendilerini avutmak ve neşelerinin temin etmiş olmak için afyon kullanan  
 kesim oluşturmaktadır.17. yüzyılın başlarından Tanzimat’a kadar geçen süre  
 içinde istanbul’da afyon kullanmayan ilmiye mensubu hemen hemen yok  
 gibiydi.  

 Evliya Çelebi, Afyonkarahisar’da sadece esnafın değil, kadınların da afyon  
 kullandıklarını şaşkınlıkla ifade etmiş, Afyonkarahisarlı erkeklerin kendileri gibi  
 afyon içen karılarına katlanamadıkları için kahvehanelerde vakit geçirmeye  
 başladıklarını ve stoklarını da civar bölgelerden temin ettiklerini belirtmiştir.  
 Afyon ve esrar gibi uyuşturucu kullanmak zamanla kahvehanelerdeki  
 etkinliklerden biri haline gelmişti. 1670 yılında izmir civarını dolaşan J. Covel[1]  adlı bir ingiliz din adamı ‘afyoncu olan yaşlı bir kahvehane sahibi’ne  
 değinmektedir.  
 IV. Murad’dan önce hiçbir padişah afyondan yana olmaya da, afyona karşı  
 olmaya da cesaret edememişti. Fakat IV. Murad fazla dozda alındığı takdirde bu  maddenin insanı sarhoş ettiğini öğrenince afyonu bütün tebaasına anında yasak  ettirdi. Bu ilk kurbanı ise Hekimbaşı Emir Çelebi olur. IV. Muradın Bağdat seferi  
 sırasında yanında olan Emir Çelebi yanında taşıdığı afyon macununu gizli gizli  
 kullanmakta idi. Bu durum padişaha bildirilmiş ve padişah da Emir Çelebinin  
 elbisesinin altında sakladığı afyon macunun bularak hepsini yedirtmiş ve o günün  akşamı Emir Çelebi komaya girerek ölmüştür.IV. Murad’ın ölümünden sonra  afyon kullanımı iyice yayılmaya başlanmıştır. 

 Afyona mercimekten daha küçük bir miktarla başlanır, yavaş yavaş iri  
 fındık büyüklüğüne kadar yükseltilir. Zamanla birkaç misline çıkaran, bu kadar  
 afyonla bile yetinemediği için içine ‘ak sülümen’ (Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz) denen zehri koymaya mecbur  olan tiryâkiler vardır.Bunun dışında afyonun tütünle karıştırılarak nargileyle de  
 içildiği gibi sıvı halinde de içildiği görülmüştür.Ayrıca kahvehanelerde tiryâki  
 müşterilerine kahveden evvel bir fincan afyon şurubundan vermek adetti.  
 Abdülaziz Bey bir afyon tiryakisinin günlük yaşamanı şöyle anlatır:  
 “Afyonun kötü tesiriyle çok zayıf, çelimsiz ve çoğu da ihtiyar olduklarından en  
 ufak bir gürültü ve şamatadan ürküp, telaşa düştükleri için afyon kahvelerinde  
 çok sakin, sessiz oturulur, her türlü hareketten kaçınılırdı. Süleymaniye’deki  
 Tiryaki Çarşısı halkı gece ikilere kadar bu kahvelerde otururdu. Evi uzak  
 olduğundan erken gitmeye mecbur kalanlar arkalarında ufak zembil, ellerinde  
 bir değnek, ufak mum amma fenerle suratları asık, gözleri uyur gibi, benizleri  
 soluk, sesleri kısık, düşkün bir halde kızgın ve öfkeli bir tavırla kahvehaneden  
 çıkarlardı…Uzun bir yolu olan fakat bu müddet zarfında da afyonsuz ve kahvesiz  
 duramayan tiryakiler tenhada münasib virane bir köşe bulup zembilini indirir,  
 zembiline koymuş olduğu ufak tahta parçaları, kuru yaprak ve çırayla bir ateş  
 yakar, yine zembilinden cezve ve fincanını çıkarıp kahve pişirir, kahve ile bir de  
 afyon yutar, keyfini yeniler, sonra da yine güçlükle yoluna devam ederdi.”  
 Afyon tiryâkileri sarhoşlar gibi öteye beriye sataşma, ellerine taş alıp atma  
 gibi davranışlarda bulunmazlardı. Bu tip insanlar genellikle yaşlı ve halsiz, bitkin  
 oldukları için onların kızgınları herkesin hoşuna giderdi. Hatta çocuklar bile  
 yolda rastladıkları tiryâkilere takılmayı âdet edinmişlerdi.  
 Tiryâkiler, Ramazan ayında afyonu macun haline getirir, macunu iki üç kat  
 kâğıda sararak sahurda iki üç tane yutarlarmış. Böylece kâğıt mide öz suyunda  
 eriyince macun midede dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş. Ancak  
 bu planın yolunda gitmediği, afyon kâğıdının zor parçalandığı yahut kana  
 karışması geciktiği durumlarda tiryâki krizlere girer ve dış dünyadan âdeta  

kopuverir. Afyonu patlayıp kana karışıncaya kadar da farklı tepkiler verir.  
 Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve algılamada  
 geciken durumlarda ‘daha afyonu patlamamış’ deyimi kullanılması da  
 bundandır.Ramazan aylarında ayyaşlar iftarda şarap yerine afyon şurubu (berş)  
 içerlerdi.Afyon tiryâkilerin hayâl âlemi içinde söyledikleri sözlere cahil halk  
 ‘keyif ve keramet’ kıymeti verirler, derviş kılıklı tiryâkileri ise evliyâ yerine  
 koyarlardı.Afyon tiryâkiliğinin endişe verici şekilde yayılmasının ardından  
 hükümet 1723’te şeyhülislâmdan fetva alıp afyon tiryakiliğini ilan etmeğe  
 mecbur kalınmış, ne kadar afyon tiryâkisi varsa hepsi değişik yerlere  
 sürülmüştür.  
 Osmanlı Devleti dönemindeki uyuşturucuların başında esrar gelmektedir.  
 Zaman zaman yasaklanmış ve kullananların idamı için çeşitli fetvalar alınmışsa  
 da elde edilmesi ve kullanılması hiçbir zaman tam olarak önlenememiştir.ve  
 18. yüzyıllarda esrar kullanımı bir hayli artmış, küberâ ve ileri gelenler tarafından  da gizlice kullanılmıştır.  

 Osmanlılar döneminde esrara değişik isimler verilmiştir. Halk arasında  
 ‘maslak’ diye adlandırılan esrarın bunun dışında kullanılan isimleri şunlardır:  
 “keyf, fino, gonca, sarı kız, kaynar, antin, yunan, duman, gubâr, paspâl, hanteriş,  kabza, hurde, diş, hindi baba, dalga, haşiş, zâbıt duymaz, nefes, kırma, hûd, yuf,  dem, dûd-ı siyâh, kara biber, fülfül.”  

 Esrar içmeye mahsus yerler açılmış ve sayıları oldukça çoğalmışsa da  
 bunlar kahvehaneler gibi her yerde olmayıp, serbest de değildi.Esrarkeşler  
 arasında esrar kahvelerinde ‘tekke’ denilmektedir. Abdülaziz Bey’in  
 bildirdiğine göre esrarkeşler daha çok Aksaray’ın tenha yerlerinde ve  
 Tahtakale’de bulunuyorlardı. Esrarkeşlerin en önemli özelliklerinden biri, esrarı  
 birden çok kahveyi dolaşarak içmekti. Esrar genellikle nargile ile içilirdi. Esrara  
 mahsus nargileler bulunmaktaydı. Nargilenin gövdesi Hindistan cevizinden olur,  
 marpucu yerine de yarım arşın uzunluğunda bir kamış takılırdı. Nargile yere  
 konulur, kamış elde tutularak içilir, birkaç nefes çeken adam yanındakine verir,  
 sıra ile içerlerdi.4Hasan Bahri esrarkeşlerin meclisini şöyle anlatır: “Nargile,  
 tavla, basdır, ateşle yak! işâretleri üzerine hazırlanır. Nargile yani kabak ocakçı  
 tarafından ince fasılalarla çekerek alışdırılır. iyice yandıktan sonra tamam bir  
 nefes çeker sonra nargileyi takdim eder. Meclisde bulunanlara sıra ile ocakçı  
 tarafından dolaştırılarak diğerleri de çakarlar. Nargileyi bekleyen bazı  
 kalenderler de sabr u takâtı kalmadığından intizârın şiddetli âteşi içinde feryâd  
 ederek okurlar:  
 ‘Dem demi Haydar, sahib-i kalender, münkîre tir, yezide hançer, ârife  
 eker, yuf yezide, çiksun iki gözide, dem olsun zem’  
 Bu sırada esrârîlerden biri kabağı çekeceği sırada yuf deliğini açup  
 nargilenin dumanını boşaldup nargilenin kamışını ötdürür ve söyler:  
 ‘yak, yuf, yuf yezide, nargilemizi içün veli, içmeyen deli, pirimiz Hacı  
 Bektaşi Veli, yuf…’ der çeker.”  
 Osmanlılarda esrar sarhoşlarına ‘hayran’ denilirdi. Hayran olanlar  
 uyuşturucunun verdiği şehâvet ile donuk donuk, sanki görmüyormuş görse de  
 farkına varmıyormuş gibi bakarlardı.Esrar içenler yüksek sesle kahkahalarla  
 gülmeye başlar, kendi kendine bir sürü anlamsız sözler söyler, arada bir sebepsiz  hiddet fırtınalarına kapılır ve gülünç duruma düşerlerdi. Kibarlar da nedimlerine  
 ve dalkavuklarına içine esrar koydukları yaş veya kuru incir yedirir, bunun sebep  
 olduğu garip ve tuhaf hallerine bakarak eğlenirlerdi.  
 Esrarkeş takımı arasında afyon tiryâkilerinde olduğu gibi efendiden ve  
 ağadan kimseler bulunmazdı. Esrarkeşler serseri, harabati ve işsiz takımından  
 olduklarından esrar kahvesi kapandıktan sonra istanbul’un çeşitli yerlerinde,  
 sokak ortalarında düşüp kalır, cami avlularına kadar girerek sızıp kalırlardı.Dr.  
 Mongeri, 1860 yıllarında istanbul’da görülen akıl hastalıklarının bir sebebinin de  
 esrar olduğunu da açıkça dile getirmiştir.  
 Esrarkeşlerin nazarında paranın, hayatın, dünyanın hiç ehemmiyeti yoktur.  
 Yegâne düşünceleri esrar tedarik etmektir. Bunlar için hayat, esrardan sonra  
 başlar.49 Esrarkeşler esrar bulamadıkları zaman tırnaklarını kesip içerler. Bunun  
 da tükendiği zaman zefir, pirinç, çay, süpürge tohumu, kuru tönbaku içerler.  
 Esrarkeşlerin baş ve şehâdet parmaklarının ortaları esrar kırmaktan çürümüştür.  
 Esrar kırmak için tırnaklarının uygun yerlerini kesmezler.  
 Hasan Bahri, esrarkeşlerin hayatlarını altı basamaklı merdivene benzeterek,  
 bu basamakları şöyle gösterir: 1. Basamak: neş’e, 2. Basamak: Za’fiyet, 3.  
 Basamak: Kayıtsızlık, 4. Basamak: Sefâlet, 5. Basamak: Hastane ve 6.  
 Basamak: Mezar  
 Osmanlı dönemindeki Bâtınî tarikatlarından olan abdâllar sürekli esrar  
 (haşiş) içerlermiş. Öyle ki esrar abdâllara has olarak kabul edilirdi. Âbdâlların  
 pîrinden islâm Baba esrar içme sebeplerini Hz. Ademe dayandırarak şöyle  
 açıklar: “Hazreti Âdem kûh-ı Serendib’de sedd-i ramak (ölmeyecek kadar yiyip  
 içme) için haşiş (esrar) eklederdi (yiyerdi). Biz dâhi ana tâbiyet edüp miyanımıza  
 (yanımıza) tennûre başlayıp uryân ve ekl-i haşiş etmekle muttasıl (devamlı)  
 hayrân oluruz. Ve dahi âlemler içre seyahat ile her köşeyi seyrân ve muttasıl  
 esrar-hârlıkla esrâra vakıf olup hayran oluruz.şimdi ey hâce revâdır ki sen dahi  
 esrârımızdan nûğ ve gam-ı dünyayı bizim gibi ferâmûğ edip(unutup) esrâr-ı  
 âleme vâkıf u hakâyık-ı eşyâya (eşyanın hakikatleri) ârif olasın”Abdâllar gibi  
 Bektâşîlerin de esrar kullandıkları bilinmektedir.  
 Erenler! Tâlib-i esrâra bizden çok niyâz eylen  
 şarâb-ı aşkın a’lâsın içen abdâla aşk olsun  
 Âgehi  
 (Erenler! Esrar içip dalga geçen abdâllara bizden selam  
 söyleyin, aşk şarabının a’lâsını içerek mest olmuş varsa afiyet olsun yerine aşk  
 olsun diyelim)  
 Ahmed Eflâkî de Abdâllar arasında esrar içmenin yaygın olduğunu dolaylı  
 olarak ifade etmektedir.Bâki’nin şu beyiti de yine Abdâlların esrara olan  
 tutkularını açıkça dile getirmektedir:  
 Âşık ki sûz-ı aşk ile uryân olup gezer  
 Abdâldur ki âlemi hayrân olup gezer  
 Bâki  
 13. yüzyılda Anadolu’da Kalenderilerde haşhaş yeme ve esrar içme âdeti  
 yaygındı.15. yüzyıl başlarında ise Kaygusuz* Abdal, Rum Abdâlları arasında  
 esrarın sıkça kullanıldığını gösteren manzumeler yazmıştır.:  
 Gel içegördugnu cür’adan  
 Kaldır perdeyi aradan  

KAYNAKLAR:  
 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri –insanlar, inanışlar,  
 Eğlence, Dil-, (Yayına hzl.: Kâzım Arısan-Duygu Arısan Günay), Tarih  
 Vakfı Yurt Yayınları, C.2, istanbul 1995.  
 AÇIKGÖZ, Namık, Kahvenâme (Klasik Türk Edebiyatında Kahve), AkçaYayınları, Ankara 1999.  
 Ahmed Eflâki, Ariflerin Menkıbeleri, C.2, (çev.: Tahsin Yazıcı), Milli Eğitim  
 Bakanlığı Yayınları, Ankara 1959.  
 Ahmet Vefik Paşa, Lehce-i Osmani, (hzl.: Recep Toparlı), Türk Dil Kurum  
 Yayınları, Ankara 2000.  
 Amasyan Efendi, Afyon Tohumu Zira’ına Dair, La Türki Matbaası, istanbul  
 1287, (Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Seyfettin Özege Salonu,  
 No:108).  
 BAKTIR, Mustafa, “Afyon”,islâm Ansiklopedisi, DiA, C.1, istanbul 1988,  
 s.442.  
 Balıkhane Nazırı Ali Rıza, Bir Zamanlar istanbul, (hzl.:N. Ahmet Banoğlu),  
 Tercüman 1001 Eser, Tarihsiz.  
 BAYTOP, Turhan, “Esrar”, islâm Ansiklopedisi, DiA, C.11, istanbul 1995,  
 s.431.  
 Besim Ömer, Mükeyyifât ve Müskirâtdan –Afyon, Kahve, Çay, Esrar-, Mahmud  
 Bey Matbaası, istanbul 1305. (Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi  
 Seyfettin Özege Salonu, No:10155).  
 Beyâni, Tezkire-i şuâra, (hzl.: ibrahim Kutluk), Türk Tarih Kurumu Yayınları,  
 Ankara 1997.  
 CANIM, Rıdvan, Edirne şairleri, Akça Yayınları, Ankara 1995.  
 CEBECiOğLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber  
 Yayınları, Ankara 1997.  
 DERNSCHWAM, Hans, istanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, (çev.: Yaşar  
 Önen), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992.


Portrait by Claude Laudius Guynier, 1716

[1] John Covel (2 April 1638 – 19 December 1722) was a clergyman and scientist who became Master of Christ's College, Cambridge and vice-chancellor of the University.

John Covel was born at Horningsheath, Suffolk, the son of William Covel. He was educated at Bury St Edmunds school and Christ's College, Cambridge, where he was made a fellow in 1659. In 1670 he went to Constantinople as Chaplain to the Levant Company. For a time he was in sole charge of the embassy there. He travelled widely in Asia Minor and described the buildings and plants which he saw. He purchased a lot of Greek manuscripts (including codices 65, 110, 321, 322, and ℓ 150). After his return and a period as Chaplain to the Princess of Orange in The Hague (1681-1685), he was elected the 15th Master of Christ's in 1688, a position he held until 1723. In his later years he developed the study of fossils.

 Elisabeth Leedham-Green, ‘Covel , John (1638–1722)’, Oxford Dictionary of National Biography, Oxford University Press, 2004, accessed 23 Dec 2007
"Covel or Covill, John (CVL654J)". A Cambridge Alumni Database. University of Cambridge.
 Christ's College website – list of previous masters
Christ's College Magazine No 154, Easter term 1942

References


Jean-Pierre Grélois (Éd.): Dr John Covel, Voyages en Turquie 1675-1677. Texte établi, annoté et traduit par Jean-Piere Grélois, avec une préface de Cyril Mango (Réalités Byzantines 6). Paris 1998. ISBN 978-2-283-60456-4


 

Osmanlı'da Seks

"...YAZIN AVRATLARA, KISIN OĞLANLARA..."

SOURCE

"...Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".
*
"...Kız Softa yani Ürgüplü ismail Zalpaşa Medresesi'nde hemsehrisi Dağlı Hüseyin nam pelide (...) misafir olup, üçüncü gece o zalim dağlı herif hemşehri oğlancığa fiili livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir (çok büyük) olmakla Molla ismail kan-revan bihuş (....) oldukta (olunca), gaddar herif işini tamam görmüştür...".
*
"...Bil ki, avratların inzal alâmetleri (boşalma belirtileri) şunlardır ki, gözleri süzülür ve er yüzüne bakmaya utanır ve alnı terler ve göğsü titrer ve ere berk (sıkı) yapışır. Ve bil kim avrat ile erin inzali bir olursa, büyük lezzet bulurlar. Ve yine bil ki, avrat ile erin menileri birbirine karışacak olursa, aralarında muhabbet çok olur...".
*
"...Erkek hatunun üstüne çıka ve uyluklarını kaldıra. Tamam oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp ikbal geldikte zekerini ferci içine idhal eyleye. Sonra, meni döke. Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası az olur ve zeker içinde meni kalır ve içinde kurur ve mesaneyi fasid eder (bozar) ve mesanede emraz (hastalık) hasıl olur...".
*
Bu ifadeler, günümüz yazarlarından birine ait olsa neler neler söylenirdi...
şöyle bir tahmin etmeye çalışmak bile, insanı ürkütüyor...
Ama neyse ki, yukarıdaki örnekler, günümüzden daha önce, hem de yüzlerce yıl önce yazılmış kitaplardan seçildi. Taaa Osmanlı döneminde, hatta Osmanlı'nın da ilk döneminde, 16. ve 17. yüzyıllarda kaleme alınmış eserlerden alındı.
"Muzır" veya "müstehcen" gibi kavramların olmadığı, cinsellik konusunda istenen her şeyin serbestçe yazıldığı bir dönemin örnekleri bunlar.
Osmanlılar döneminde "edebiyat" denince akla gelen divan şiirinde, bunun ezgisel uzantısı olan ve günümüzde "Klasik Türk Musikisi" diye adlandırılan müzik türünde bestelenmiş söz eserlerinde, düzyazılarda, tarihî kaynaklarda, minyatürlerde, cinsellik öğelerine bol bol rastlanır.
Cinsellik, Türk edebiyatının sadece Osmanlı döneminde değil, hemen her devresinde ve her biçimde kullanılmış bir olgudur. Edebiyatın ilk örneklerinden olan tarihî destanlara, bilinen ilk Türk sözlüğü Divanı Lügatü't- Türk'e, yine yüzyıllar öncesinin masallarından halk edebiyatının çeşitli formlanna kadar, zengin konular oluşturur.
Ancak iki konuyu birbiriyle karıştırmamak gerek: içerisinde cinsel unsurların geçtiği metinlerle sadece cinselliği konu alan eserleri...
Bizim için daha önemli olanı, bu ikincisi... ileride tam metinlerini vereceğimiz Bahnameler, dellaknameler, "evlileri irşad" kitapları...
"Cima" ve "vuslat"...
Cinsel metinlerde sürekli kullanılan iki kelime vardır: "Cima" ve "vuslat". ikisi de Arapçadır. ilki "cinsel birleşme", öteki "kavuşma" anlamına gelir. _
Ama "vuslat" sözüyle ifade edilen kavuşma, başka türlü bir kavuşmadır.
Arapça'nın en büyük sözlüklerinden biri olan Kamus-u Okyanus'ta, kelimenin karşılığı olarak "Muhibbin mahbubuna vasıl olması" deniyor. Yani "sevenin sevdiğine ulaşması". Kamus sonra, "...gerek afif ve ismet, gerek habis ve şenaat cihetiyle olsun..." diye yazıyor. Bugünün Türkçesiyle, "Seven sevdiğine iyi niyetle de gider, kötü niyetle de...".
"Vuslat," edebiyatın her türünde çok sık kullanılmıştır. Hangi anlamda kullanıldığı, yazanın niyetinin ne olduğu, cümlenin siyakından kolayca anlaşılır.
Cimanın ise, "cinsel birleşme" dışında mecazî hiçbir anlamı yoktur...
Osmanlı öncesi Türk edebiyatındaki cinsellik bahislerinde, cinsel ilişki tekniklerinin anlatımına pek rastlanmaz. Sözü edilen şey, genellikle olaylar veya sevgilinin güzelliği, zerafeti ve tahrik edici, bazan da nasihatlerdir.
Destanlar döneminden başlayarak, 14. yüzyıl Anadolu Türkçesi örneği olan şiirlere kadar, bu böyle gider. Ancak ilk dönem Anadolu metinlerinde, artık islamî öğretinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan tasvirlerle de karşılaşılır. Cennetteki huriler, meselâ Yazıcıoğlu'na göre, "göbekten yukarısı güzel oğlan, aşağısı el değmemiş kızdır. ışıkla karışmış bir haldedirler. Kaşları, kirpikleri, saçları vardır ama vücudlarında kıl yoktur.
"Cimanın iyisi ve kötüsü..."
"Kabusname", cimayı konu olarak işleyen kaynakların en eskilerinden biri. 1082 yılında, Ziyaroğulları'ndan Emir Keykavus tarafından yazılmış Farsça ansiklopedik bir eser. içerisinde ne ararsanız var. Hamamda yıkanma usullerinden at cinslerine, tarladan fazla ürün alma yollarından tüccarlığa kadar, günlük hayatta karşılaşılacak hemen her konu işleniyor.
Kitabın "Cimada faidelisi ve ziyanlısı hangisidir, onu beyan eder" yani "Cimanın iyisi ve kötüsü hangisidir, onu anlatır" başlıklı 15. bölümü, cinselliği konu alıyor.
Kabusname, 15. yüzyılın ilk yarısında Mercimek Ahmet tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve taşıdığı büyük "önemden" dolayı, dönemin hükümdarı ikinci Murat'a sunulmuş. Edebiyat bilgini Orhan faik Gökyay tarafından yıllar önce "Devlet kitapları" serisinden yayınlanan Kabusname'nin sözkonusu 15. bölümü, bugünün diliyle şöyle:
"...Ey oğul şöyle bil ki, cima etmek dünyanın lezzetlerinden ulu bir lezzettir. Ama bunun lezzetine aldanıp çok meşgul olma ki, vücudunun temeli gedik almasın. Eğer kendini yenemezsen bari sevdiğinle cima et ki, sevgin zarar görmesin. Zira sevgi sıcak, cima soğuk bir harekettir. şüphesiz ki soğuk, sıcağı bozar.
Arzunu sevdiğinle de yenemezsen, bari serhoşken cima etme. Zira cima sırasında zihinde bir tad meydana gelir. Eğer zihinde şarabın doğurduğu düşünceler varsa, kişi ne cima ettiğini bilir, ne de lezzetini alır. Ama çaresiz kalırsa mahmur olduğu sırada cima etmeli ki, zevkini anlasın. O da günde bir kere gerek. Kişinin, bulduğunca bunamaması gerek. Yani ele geçirdiğinde iş buymuş dememek gerek. Her ele geçirdiğinde cima etmek, havyanların işidir. Hayvanlar vakitli, vakitsiz nedir bilmezler. Ne zaman ellerine geçirseler, yaparlar. Demek ki insan olanın zamanı gözlemesi gerek. Böylece insanla hayvan arasında ne fark olduğu bilinir ve "Bu insandır, bu hayvandır" denir.
Ve ondan sonra:. Hizmetkârlar iki türlüdür. Yani karın ve cariyen. Meylin daima bunlardan birine olmasın, yoksa ikisinden biri sana düşman kesilir. Her ikisini beraber gözetirsen, hem karının hem de cariyenin hizmetinden iki kat zevk alırsın.
Cimanın çoğu zararlı olduğu gibi, azı da zararlıdır dedik. Herşeyin orta kararı hoştur. Sıcak günde, sıcak hamamda ve sert soğukta yapılan cima, özellikle yaşlılara büyük zarar verir. ilkbaharda cima çok hoştur ve her bünyeye uygundur Çünki, ilkbahar ılımlı bir mevsimdir, ılımlı havada çeşmelerde ve pınarlarda su çok olur, alemde hoşluk ve rahatlık artar. Büyük alem böyle olup sular çoğalınca, küçük alem olan bedenimizde kan fazlalaşır ve şehvet de çoğalır. şehvet arttığında cima safalı olur, zarar vermez. Görmez misin ki damarda kan fazlalaştığında kan aldırmak nasıl faydalıdır? Damarlar boş olduğunda kan aldırmak nasıl zararlıysa, belde meni olmadığında yapılan cima neye yarar?
Ve eğer kan aldırmak istersen, çok sıcakta ve çok soğukta aldırma. Kan artarsa, sakinleştirmeye çalış. Uygun şaraplar ve yemekler ye. Miden tok olduğunda daha fazla yeme, usanınca da cima etme.
Yaz olunca avratlara meylet, kışın oğlanlara ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".

CİMANIN ŞEKLİ: Erkek hatunun üstüne çıka ve uyluklarını kaldıra. Tamam ("iyice" anlamında) oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp vakta ki kemal-i neşat ve ikbal geldikte (zevkin olgunluğuna ulaşıp mutluluğu artınca) zekerini ferci içine idhal eyleye (soka). Sonra, meni döke.
Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası (zevki) az olur ve zeker içinde meni kalır ve içinde kurur ve mesaneyi fasid eder (bozar) ve mesanede emraz (hastalık) hasıl olur.
Cimanın efdali (en yararlısı), taamı kemaliyle (yemeği tamamen) hazmedip, beden ne pek sıcak ve ne pek soğuk olup mutedil (ılımlı) ola ve cimaa kemal-i şehvet ola (ilişki isteği (azla ola). Bu minval üzere cima etmenin faidesi budur ki, bedeni kavi (kuvvetli) olur ve kalbi ferah bulur ve aklı ziyade olur ve sevda ve safra vesair ne kadar emraz (hastalık) olur ise, cima etmekle onlardan halâs olur (kurtulur). Ve bedeni zikrolunan emrazdan (hastalıklardan) boşaltmak niyetiyle suru eyleye (başlaya).
Ve dahi er ve avrat, akib-i cimada (ilişkiden sonra) silinmek için bir başka bez kullana. Zira iki tarafın bir bez kullanması, beynlerinde (aralarında) bozgunluğa sebep olur.
Ve cima mahallinde sabi (küçük çocuk) ve hayvan bulunmaya. Ve kesret-i cima ile iftihar ve ol sırrı saireye faş ve izhar eylemeye (ilişkinin çokluğuyla övünüp o sırrı başkalarına açıklamaya) ve ehlinin hüsnünü gayrilere söylemeye. Ve avrat dahi gayrilerinin hüsnünü eri yanında demeye. Zira bu makule (bu şekilde) sözler fitne iras eder (fitne yaratır). Ve kendiyle ehli beyninde (arasında) olan esrarı gayrilere açmaya. Eğerçi faide me'mul ise (eğer yararı varsa), açmakta beis yoktur.ifrat-ı cima (aşırı ilişki) zayıf bedeni ve zayıf basarı mucip olur ve emraz-ı saireyi de mucip olur (bedeni ve görme yeteneğini azaltır, diğer hastalıkları da getirir).
Ve Hazreti Ali -Radiyallahu anh- buyurdular ki, "Cimada itidal (ilişkide ölçülü olma) topuklara ilik ve gözlere nur ve bedenlere kuvvettir".
Ve ba'del cima (ilişkiden sonra), tebevvül (işemek) lazımdır. Bevil yolu kapanmaya ve akib-i cimada (ilişkiden sonra) er ve avrat sağ yanları üzerine yatalar ve uyuyalar. işte bunların vücuda nefi zahirdir (faydası bellidir) ve çocuğun oğlan olmasına sebep bahirdir (açıktır). Ve ol hengâmda (o sırada) soğuk su içmeye. Ve veledi meme emer iken cima etmek velede zararlıdır.
Bu iş, ne zaman olur?,..
Gerek zor ile ve gerek rıza ile hamamda mücamaat edenin (ilişkide bulunanın) veledi, ahmak olur.
Ve ayın evveli ve ortası ve ahirinde (sonunda) cima edenin veledi, mecnun (deli) olur.
Cumartesi gecesi cima edenin veledi, şârib-i hamr (şarap içici) olur.
Pazar ve çarşamba gecesi cima edenin veledi, hayasız (utanmaz) olur.
Öğleden evvel ve sonra cima edenin veledi, şaşı olur.
Ve ramazan bayramı gecesi cima edenin veledi, anaya ve baba ya âsi olur.
Ve kurban bayramı gecesi cima edenin veledi altı parmak ve güneşe karşı ve ayak üzeri (ayakta) cima edenin veledi, yerine bevledici (işeyici) olur.
Ve baldızı ve kızı hatırında (baldızını ve kızını düşünürken) iken cima edenin veledi kız olur.
Ve hıyn-i cimada (ilişki sırasında) fercine bakanın veledi, ammi (herkese ait, ortamalı) olur.
Ve avan-ı cimada (ilişki sırasında) öpenin veledi sağır olur.
Ezan ve kamet arasında cima edenin veledi, mürai olur.
ġaban ayının yarı gecesi cima edenin veledi münafık olur, meğer örtülü olalar (üzerleri örtülü olmazsa).
Sefere gideceği (yola çıkacağı) gece cima edenin veledi, malını asiliğe sarfedici olur.
Karnı aç iken cima edenin veledinin cismi hafif (zayıf) ve karnı tok iken cima edenin veledi cismi sakil (şişman) olur.
Ve gece ahirinde (sonunda) cima, gece evvelinden iyidir. Zira gece evvelinde mide dolu olur ve ahiri (sonrası) boĢ olur.
Ve vakt-i inzalde (boşalma sırasında) çirkin suretler (yüzler) tasavvur ve tahayyül (hayal) ederse, veledin azası (organları) ayıplı olur....
Ve kötü kimseleri hatıra getirmek, velede zararlıdır. Hub suretler (güzel yüzler) hatıra getire, veled hüsündar (güzel yüzlü) olur. Ve sulehadan (dine uygun kişilerden) ola deyu (diye) niyet ede. Zira hin-i inzalde (boşalma sırasında) hatıra ne gelirse, Mevlâ veledi öyle halkeder (yaratır). Avrat da böyle niyet ede.
Rivayet olundu ki, bir hatun cima vaktinde satıhta (yerde) bir yılan gördü, veledi yılan Ģeklinde zuhur etti.
Ve pek koca ve pek küçük kızla da cima olunmaya.
Ve hasta avratla dahi cima etmeyeler. Zira edene zaiflik iras eder (zayıflık, hastalık bulaşır).
Hayz ve nifas (aybaşı ve lohusalık) vaktinde haramdır, helâl itikad ederse (helâl olduğuna inanırlarsa) küfürdür.
Resul-i Ekrem'den sual olundu ki, "Hayız halinde (adet durumunda) cima edene ne lazım gelir?". Buyurdular ki, "Bir yahut yarım altın sadaka versin, kefaret olur". Ve hadiste varid oldu ki ("söylendi ki" anlamında), bir kimse avratının dübüründen (arka tarafından) cima etse Allah-u teâlâ ve melekler ona lanet eder ve rahmet-i hakka vasıl olmaz (hakkın rahmetine ulaşamaz).
Ve haizenin (adet gören kadının) göbeği altından dizi altına değin zekerini sürmek mubah değildir. Uyluğuna ve göbeğine dahi böyledir, zira cimaya sebep olur. Amma öpse ve sıksa ve gömlek üzerinden sürünse nefsini teskin (yatıştırmak) için caiz olur. Ve avrat avrata_sürtüştürmek caiz değildir.
Hadis: "Avrat avrata kapaklama, ikisi de zina etmiş olur ve gusül lazımdır.
Ve cünüp olan er ve avrat cima vakti elini ve fercini yıkaya.
Ve eğer avrat izin vermez ise, erkeğin menisini taşraya (dışarıya) dökmesi caiz değildir. Cariyede, mutlaka caizdir.
Amma avratın çocuk düşürmesi haramdır, nısıf (yarım) diyet lazım gelir.
Ve ayın evvelinde ve sabaha yakın cima ederse veledi cömert olur.
Ve pazartesi gecesi cima ederse veledi âlim ve zahid (sofu) olur.
Ve salı gecesi cima ederse veledi cömert ve şefkatli olur.
Ve perşembe gecesi cima ederse veledi alim ve mütteki (inançlı) olur.
Ve perşembe günü öğleden evvel cima ederse âlim olur ve şeytan ondan kaçar.
Ve cuma gecesi cima ederse veledi abid (ibadet eden) ve muhlis (içten, samimi) olur.
Ve cuma namazından evvel cima ederse veledi ehl-i cennet (cennete girecek kişi) veya şehid olur. Bu, cümle (bütün) hadis ile sabittir.

BAHNAME
"...Cimanın hey'et-i şekli hasebiyle etvân (cinsel ilişkinin görüntü açısından biçimleri) altı tavır üzerine mukassemdir (altıya ayrılmıştır):
1. istilka (yatarak yapılan cinsel ilişki)
2. Kuud (oturarak yapılan cinsel ilişki)
3. Iztıca (yan yatarak cinsel ilişki)
4.intiba (yüzüstü yapılan cinsel ilişki)
5.inhina (eğilerek yapılan cinsel ilişki)
6.Kıyam (ayakta yapılan cinsel ilişki)
İSTİLKA (Yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani mahbube (kadın) arkası üstüne yatıp mücamaat olunmaktır (ilişkide bulunmaktır). Cima vadilerinde mütevatir olan (anlatılan) vadi odur ki ekser halk (halkın çoğu) bu güna (bu şekilde) cima etmeyi bilip, gayrilerini (diğerlerini) bilmezler. Ve bu istilka on nev’ (çeşit) üzerine olup:
EVVELKİ: Mahbube arkası üzre yatıp bacaklarını göğsüne doğru kaldıra ve erkek dahi uyluğu arasına girip ayağı parmaklarının üzerine dura. Mahbubenin karnı üstüne düşüp sıklet (ağırlık) vermiye. Hemen sarılıp öpe ve kemal mertebe (olgunluk derecesinde) hırs ve ikbal (mutluluk) gösterip dilini tutup ve dudaklarını ısırıp burun nağmeleri ve boğaz sadalarıyla zekerini (aletini) fercine ithal eyleye. Ve kellesi zahir olunca (görününce) çeke ve yine tekrar soka. Ve bu minval üzre inzal olunca (boĢalınca) hareketten ve kucaklayıp inip çıkmaktan hâlî olmaya (vaz geçmeye). Tâ ki lezzet-i acib (acayip lezzet) ve Ģehvet-i garib (garip Ģehvet) ile inzal ola. Bu gûnâ (Ģekilde) cimanın ismine "niyku'l-ade" derler. Adetçe (alıĢıldığı gibi) cima demek olur.
İKİNCİ: Yine mahbube arkası üstüne yatıp bacaklarını dahi vucudla adet üzre kaldıra ve erkek dahi üstüne uzanıp zekerini karnına yahud kasığına dayaya. Bu hıynde (bu sırada) Ģehvet hasıl olup zekeri kuvvet ve salâbet buldukta (sertleĢtiğinde) hemen var kuvveti pazuya vererek zor ve Ģiddet ile öyle hamle eyleye ki mahbube dahi sadmesine tahammül edemeyip kâh aĢık-ı biçare-i dilhune (gönlü kanlı çaresiz aşık) gibi eğile ve kâh hevay-i aĢk-ı deruni (derin bir aşk havası) ile ateş alan biçare gibi ah edip ızdırab ederek yine kemal-i lezzetinden (olgunluğa ulaşmış lezzetten) balkıyıp (oynayıp) yana. Bu minval üzre (bu şekilde) kâh sükunet ve kâh hareket gösterip tamam inzal olmaları (boşalmaları) karîb olunca (yaklaşınca) beraber inzal olup (boşalıp) bir lezzet hasıl eyleyeler ki onun fevkinde (üzerinde) bir leziz (lezzetli) inzal (boşalma) olmaya. Bu misillû (şekilde) cimanın ismine "muadde" derler. Yani pekâlâ cima demektir.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube arkası üstüne yatıp iki ellerini baş altına koyup ve ayaklarını göğsüne ulaştırıp gya (sanki) tortop olup yata. Erkek dahi mahbubesine sarılıp göğsünü göğsüne ve zekerini fercine dayayıp aheste (yavaşça) yerleştirip mahbube fercini yukarı kaldırdıkça erkek dahi kendine çekip tamam yerleştirdikte (yerleştirince) zekere şırrak şırrak vurarak varıp gele. Bu hal ile ikisi dahi inzal olup (boşalıp) le'zzet-i tam hasıl edeler (tam lezzet elde edeler). Bunun ismine "tıyyu'l-musaddi" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube arka üstüne yatıp bir ayağını yukarı kaldıra. Izhar-ı şehvet edip (şehvetini gösterip) erkek dahi arasına girip şehvet-i tam (tam bir şehvet) hasıl olunca zekerinin kellesini fercinin aralığına eriştirip bir miktar dura. Bu gayet leziz olmakla mahbubenin kemal-i şehvetinden (şehvetinin en üst derecesinden) gözleri dönüp diye ki: "Canım, sabra mecalim kalmadı. Lütfet yavaşça yavaşça yap ki iş tamam olup bigâne gibi taşrada (dışarıda) birşey kalmaya" diyerek yine sevinerek sanla ve tâb-tıraş yerleştirip ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i muhalif derler.
BEŞİNCİ: Mahbube arka üstüne yatıp belinin altına yastık koya ve ayaklarını başına beraberce çekip ve dizini kaldıra. Ve erkek dahi kendine geldikte  (gelince) zekerinin başını tükrükleyip dayaya. Ve mahbubenin omuzu başlarından tutup busesini alarak ve kucaklayarak yerleştire ve kemâl-i safasından (zevkinin en üst derecesinden) burun nağmeleri ederek arz-ı muhabbet eyleye (sevgisini göstere). Mahbube dahi altında inleyip ağlaya ve "incittin zalim" diye niyazkârâne (yalvarırcasına) şekva ederek (ağlayarak) g...nü yukarı kaldırmaktan hâlî olmaya (vazgeçmeye). Ve erkek dahi uylukları üzerine şırrak şırrak vurarak varıp gele. Eğer dilerse zekerini çıkarıp temiz sile ve yine derhal ithal eyleye. Bu günâ maslahat ile (bu şekilde iş ile) mahbubeler erkek gönlünü ala. Zevkyâb olmaya sebeptir (zevk almaya sebep olur). Bunun ismine "beyti" tabir ederler.
ALTINCI: Yine mahbube arka üstüne yatıp uyluğunu kaldıra, dahi koltuğuna doğru döne, ferc-i zibası (süslü organı) tamam kaz göğsü gibi meydana çıkınca erkek dahi var kuvveti pazuya getirip zekerini çıkartıp fercine ithal eyleye. Mahbube dahi göğüs vererek ikisi beraber inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "aklabî" tabir olunur.
YEDİNCİ: Mahbube dahi arka üstüne yatıp ve erkek dahi üstüne çekip mahbubenin bacaklarını omuzu başlarına beraber kaldıra. Dahi zekerinin başını ferc-i zibanın ağzına sürüştürüp tamam kıvam hasıl olunca (kıvama tam olarak gelince) hemen içine ithal eyleye. inzal olmaya yakın olunca çekip zekerini bir temiz sile ve yine ithal eyliye. Bunun ismine "niyk-i muberred" tabir olunur.
SEKİZİNCİ: Mahbube ayaklarını uzatıp otura. Erkek bacağının arasına girip ve zekerini dahi fercine ithal eyleye. Ve mahbube dahi nazikane (nazik şekilde) şiveler edip soluyarak yata ve ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i Acem" derler.
DOKUZUNCU: Yine mahbube arkası üste yatıp uyluklarını kaldıra ve önüne çekip omuzu başlarından tuta. şehvet-i tam hasıl olunca zor ile zekerini ithal eyleye. Mahbube dahi burun nağmeleri ederek naz ve şive ile ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "kalbus's-safı" derler.
ONUNCU: Mahbubeyi arkası üstüne yatırıp bacaklarını kaldırıp ve erkek dahi ara yerine girip mahbube bacaklarıyla erkeği ardından dahi kucaklayıp sarıla. O dahi mahbubeyi omuz baĢlarından tutup zekerini fercine koya. Ve ikisi dahi varıp gelerek inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i müellif derler.
KISM-I SANl: KUUDAT
(ikinci kısım: Oturur durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani kuudat demek, oturduğu yerde cima etmektir. Ve bu dahi, beş nev' üzerine olur.
Zekeri fercin yarığına iliştirip zor ile ithal ede. Ve ikisi oturduklarında ayaklarını dahi altına alıp kasıklarını birbirine karşı vereler ki, bütün bütün birleşip taşrada birşey kalmaya. Bu hey'ette (bu şekillerde) cima etmenin dahi ismine "mürenfa" derler. Bu gûnâ mücamaat eyleyenlerin (ilişkide bulunanların) zekeri gayet kuvvetli ve uzun olması gerektir (Bu bölümün girişinde, oturarak cinsel ilişkinin beş çeşit olduğu söyleniyor ama metinde, bunların sadece biri yazılmış).
KISM-I SALİS: IZTICA'
(Üçüncü kısım: Yan yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Iztıca' demek, yani üstüne yatıp mücamaat etmektir (ilişkide bulunmaktır). Bu dahi, on nev'(çeşit) üzerinedir.
EVVELKİ: Mahbubeyi sol tarafına yatırıp ayaklarını uzata ve civan dahi üzerine geçip bir elini altından ve bir elini üstünden kucaklayıp karnını ve kasığını okşayarak ferc-i zibasına yerleştire ve çalkıyarak (çalkalayarak) inzal olalar. Bunun ismine "rıkku'l-tuhaf derler.
İKİNCİ: Mahbube yine sol tarafına yatıp ayaklarını uzata ve civan dahi üzerine geçip iki uyluğu mahbubenin uyluğu arasına yerleştire ve zekerini dahi kasığına dayayıp fercine ithal ede. inzal oluncaya kadar ikisi dahi hareketten hâlî olmaya (vazgeçmeye). Ve bu cimanın ismine "niyku'l-hukema" derler.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube yatıp yüzünü döne ve erkek dahi üzerine yata. Bir ayağını uzatıp yata, bir ayağını mahbubenin bacağı arasına sokup, zekerini mevzi-i zibalarına yerleştire ve kâh çekip yine yerleştire. Bu usul üzre inzal olunca (boşalınca), hareketten hâlî olmaya. Bunun ismine "niyku'l-şaklak" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube sağ yanı üstüne yatıp ve ayaklarını uzata ve erkek dahi mahbubenin ardına geçip bir uyluğunu mahbubenin üstüne ve bir uyluğunu dahi arasına koya ve zekerini dahi tükrükleyip ferciyle g...nün arasına sürtüştüre. Tamam inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) hangi mevziye rast gelirse durmaya, hemen yerleştire. Lâkin vaty eylemek (cinsel ilişki anlamına gelen vaty, burada arkadan ilişki karşılığı kullanılmış) kebair-i azîm (büyük günah) olduğundan, yine ferce inzal ola. Bunun ismine "müselleteyn" derler.
BEŞİNCİ: Yine mahbube sağ canibine yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi ardına geçip öylece uzana ve zekerini mevzî-i zîbalarına yerleştire. Ve ziyade (fazla) sarıla, biraz dahi öylece duralar. Badehu (sonra) çıkarıp bir temizce siline, uyluğu arasına dayaya ve hamle edip tekrar içine koya. Ve inzal oluncaya kadar cilve edip kâh çıkarıp kâh soka. Bunun ismine "niyku'l-müferrec" derler.
ALTINCI: Mahbube sağ bacağını erkeğin sol koltuğuna doğru verip ferc-i zîbalarını (süslü cinsel organlarını) dahi zeker-i ma'hudenin (erkeğin bilinen organının) baĢına silkinerek, dahi sarsılarak, zor ile yerleĢtire. Ziyade lezîz ve zevkyâb (zevkli) olalar. Bunun ismine, "niyku'1-deva" derler.
YEDİNCİ: Mahbube sol tarafına yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi üzerine uzanıp dizi ile mahbubenin uyluğunu sara. Ve bir elini altından ve bir elini üstünden kucaklayıp sinesini (göğsünü) dahi okşaya, işini göre. Bunun ismine "arsanâ" derler.
SEKİZİNCİ: Mahbube sağ canibine (tarafına) ve erkek sol canibine yatalar. Ve erkek mahbubenin sağ inciğini kendi incikleri arasına alıp, mahbube g...nü dönüp kalkan gibi karşı vererek, çalkalayarak yerleştire, inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "niyk-i hıyn" derler.
DOKUZUNCU: Mahbube sol tarafına ve erkek sağ tarafına. Mahbubenin inciği kendi inciğine sarılıp, zekerini tükrükleyip inzal olalar. Ġsmine "niyk-i cif derler.
ONUNCU: Mahbube sol, erkek sağ tarafına. Mahbubenin inciğini kendi inciğine sıkıĢtıra ve nazikâne (nazik Ģekilde) yerleştire. ismine "kellâb" derler.
KISM-I RABİ: İNTİBÂ
(Dördüncü kısım: Yüzüstü yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani intiba demek, yüzü üstüne yatıp cima etmektir. Bu dahi on nev'dir (çeşittir):
EVVELKİ: Mahbube yüzü koyun yata, ayaklarını uzata ve erkek mahbubenin uyluğuna otura ve şehveti tam oldukta hemen yerleştire. ismine "rahatü's-südur" derler.
İKİNCİ: Mahbube yüzünü yere koya, erkek zekerini yerleĢtirip çalkayarak (çalkalayarak) lezzetyab olalar ki (lezzet alalar ki) tabiri mümkün olmaya. ismine "fellât" derler.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube bir dizini sinesi üzerine çekip g...nü kaldıra ve erkek ardından yerleştire. ismine "hamir" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube yüzü koyun yata, erkek dahi üzerine yata. Uyluğunu mahbubenin uyluğuna yahut arasına koyup mahbube bir eliyle civanın pehlûsundan (vücudun yan tarafından) ve bir eliyle karnından kucaklayıp yerleştire ve dudaklarını dahi emerek inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i fukeha" derler.
BEŞİNCİ: Mahbube yüzü koyun yatıp ferc-i zîbaların açıp erkek dahi ardına geçip oğlan arkasında durur gibi otura, muradı üzre (istediği şekilde) yerleştire. Bunun ismine, "mugten" derler.
ALTINCI: Mahbube yüzü koyun yatıp, bir dizini sinesi (göğsü) üstüne doğrulayıp (doğrultup) ayaklarını yukarı kaldıra ve erkek dahi zekerini kıvama getirdikte kolayca yerleştire. Mahbube dahi "incittin hey zalim" diye naz-u niyaz (naz ve yalvarış) eyleyerek burun nağmeleri, sadalarıyla (sesleriyle) inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) mahbubeyi kendine çekip saçlarından tuta ve zekerini sokup çıkara. Yani g....e ithal etmiş ise çıkarıp ferc-i zîbasına duhul ettire. Bu gûnâ (bu şekilde) mücamaatta (cinsel ilişkide) bir derece lezzetyab olurlar ki, tabiri mümkün olmaya. Bunun ismine, "muhaf-fefeyn" derler.
YEDİNCİ: Mahbube yüzünü yasdığa koyup dizi üstüne gele. Yani domala. Erkek dahi ardından dübürü önüne çekip zekerini ithal ile mahbube dahi başını yastıktan kaldırıp şehvetinin harikinden (ateşinden) ve kemal-i hırsından burun nağmeleri ve boğaz içi sadaları ederek eğlenerek ve ikisi dahi lezzet hasıl ederek ve inzal karîb olduğunda (boşalma yaklaştığında) zekerini çekip ve temiz silip yine ferc-i zîbalarına ithal eyleye. Ziyadesiyle safa kesb edeler (zevk alalar). Bunun ismine "ferahu'l-afiye" derler.
SEKİZİNCİ: Mahbube sinesi üstüne yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi mahbubenin uyluğu üstüne oturup ellerini karnı altından sokup omuzu başlarından tuta ve üzerine hamle edip muradı üzre derkâr ola (işini istediği gibi göre). Bunun ismine, "meftuna" derler.
DOKUZUNCU: Mahbubeyi pehlûsundan (vücudunun yan tarafından) kucaklayıp ve ikisi dahi çalkayarak (çalkalayarak) inzal ola. Bunun ismine "muallak" derler.
ONUNCU: Mahbube yüzü koyun yatıp ayaklarını dike ve erkek dahi üzerine çıkıp bacaklarını sarmaştıra ve zekerini tükrükleyip gayrı istediği gibi yerleştire, varıp gele. inzal olup tamam zevk ola ki ziyadesiyle lezzetyab olalar. Bunun ismine "niyku'l- müşabih" derler.
KISM-I HAMİŞ: İNHİNA
(Beşinci kısım: Eğilir durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani inhina demek, eğilip mücamaat etmektir. Bu dahi, on nev' üzerinedir.
EVVELKİ: Mahbube eğilip ve erkek dahi ardına geçip belinden kucaklayıp ve zekerini mevzî-i zîbaya yerleştire. Mahbube dahi kıvırarak, oynayarak, tamam doğrulup hikâyetin kavlince (hikayede söylendiği gibi) eğilip dibine kadar yerleştire. Ekseriya mabeyn odasında "koç kaçmığı" tabir olunur. Cariye mücamaatı (cariyeyle ilişki) bunun gibi olup erkeğin kuvveti dahi kemalde ise, gayet lezizdir, tabiri mümkün değildir. ismine "rahatü'z-ziyb" derler.
İKİNCİSİ: Mahbube dört ayaklı gibi olup dura, badehu (sonra) erkek üzerine varıp belinden tuta, şehvet-i tam hasıl olunca (tam bir şehvet noktasına ulaşınca) mahbubenin dahi bacaklarını yâb yâb çekip ferc-i zîbasına koya. Badehu yine çıkara, temiz silip beynü's sebileyn (sebil gibi su akıtan yerlerin arasına) sürtüştüre, mevzî-i zîbaya ithal edip inzal ola. ismine, "niykü'1-muac" derler.
ÜÇÜNCÜSÜ: Erkek döşek üstüne oturup sağ dizini dike ve sol dizini yere bıraka. Ve mahbube dahi oturup sol dizini dike ve erkek mahbubeyi niyk-i pehlusundan (hoş ve güzel olan yan tarafından) tutup kendine çeke ve zekerine şehvet-i tam (tam şehvet) verip mevzî-i zîbaya aşk ile ithal eyleye. Mahbube dahi burun nağmeleri ederek "Of, of, aman, merhametsiz zalim..." diyerek inzal olalar. Bunun ismine, "niyku'1-uruc" derler.
DÖRDÜNCÜSÜ: Mahbube dört ayaklı gibi olup dirseğini yasdığa dayaya ve eline def alıp harbiye usulü agaz ede (savaş şarkısı söyler gibi okuya) ve kıçını domalta. Erkek dahi eline çalpare (zile benzer, tahtadan yapılmış bir çalgı) alıp düğün usulünde terennüm ederek ardına geçip ve ikisi dahi ahenklerini birbirine uydurup reftâr ederek (gidip gelerek) inzal olalar. Bu gûnâ (şekilde) hareketler ile mahbube erkek gönlünü cezbedip zevk-u safadan hali olmayalar (vaz geçmeyeler). Bunun ismine "mismaru'l-guvve" derler.
BEŞİNCİSİ: Mahbube yüzü üstüne çekip eyile ve erkek dahi ardına geçip göğsünden sarıla ve mahbubenin başını çevirip dudaklarından eme. Badehu (sonra) mahbube erkeğin aletini eline alıp baldırları arasına sürtüştüre, tamam şehvet kıvama geldikte başını tükrükleyip mahbube kendi eliyle ithal eyleye. Bunların kemal-i safalarından soluyarak ve içini çekip ağlayarak ve naz ederek inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) mahbubenin dilini eme, karnını kucaklaya ve kemal-i lezzetinden (aldığı aşırı lezzetten) ellerini birbirine çırparak inzal olalar. Bunun ismine, "maid" derler.
ALTINCISI: Mahbube yüzü üstüne yata ve erkek dahi aletine kıvam verip sıçrayıp üstüne çıka, yerleştire. Badehu şiveler ederek inzal olalar. Bunun ismine "felâhat" derler.
YEDİNCİSİ: Mahbube eğilip bir ayağını önüne çekip dura ve erkek dahi uyluğundan arasına girip saçlarından tuta. Mahbube saçlı (...burada bir kelime okunmuyor) bindirip inzal oluncaya kadar gezdire ve safa kesbedeler (zevk alalar). Bunun ismine "bostani" derler.
SEKİZİNCİSİ: Mahbube eğilip ayağının parmaklarını tuta ve erkek dahi şehvet-i tam ile (tam bir şehvetle.) durmayıp yerleştire. Bunun ismine "sünbül-i i'nan" derler.
DOKUZUNCUSU: Mahbube dört ayaklı gibi olup baldırların ayıra ve erkek bir bacağını altına ve birini üstüne koyup haçvarî (haç gibi) durup mevzî-i zîbasına yerleştire. Bunun ismine "niyku'l-müşebbek" derler. ,
ONUNCUSU: Mahbube döĢek üstüne eğilip ellerini çaprazvari göğsüne koya. Bir dizini uzatıp ötekini büke. Ve erkek dahi ensesinden tutup zekerini mevzî-i zîbaya koya. Buna "kellâb" derler.
KISM-I SADİS: KIYAM
(Altıncı kısım: Ayakta yapılan cinsel ilişki)
Yani kıyam demek, ayak üstünde mücamaat demektir. Bu dahi on nev' üzerinedir.
EVVELKİSİ: Mahbube ayak üzerine kalkıp meclisten gidiyor gibi veda eyleye. Erkek dahi hemen yerinden kalka, mahbube dahi civanın boynuna sarılıp öpüşeler. Ve erkek "Nazeninim, bizi bırakıp nire gidersin" diyerek dilnüvaz lâflar eyleye. Birbirlerine muhabbetleri cuş edip mahbube şenlenip erkek dahi mevzî-i zîbaya el edip okşayarak aheste aheste yerleştire ve kemâl-i safalarından burun nağmeleriyle türlü türlü hareketler edip inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-vedâ" derler.
İKİNCİSİ: Mahbube giyinip ve kuşanıp ferace ve yaşmağını bağlayıp dehliz kenarına dayanıp dura ve erkek dahi gelip hemân (hemen) nikabı (örtüsü) üslünden peçeyi kaldırıp busesini alıp bend-i şalvarına (şalvarının ipine) el atıp çözerek şalvarını bir ayağından çıkara ve ayağını kaldıra ki, ferc-i zîba kaz göğsü gibi aşikâr ola (ortaya çıka). Erkek dahi onu bu hey’ette (şekilde) görünce bir mertebe (o derecede) şehvete gele ki, zekerini göbeğine yapıştıra. Bu halde iken ayağını dehlize dayayıp eliyle zekerini göbeğinden ayırarak fercin ağzına getirip öyle şiddetli ve salâbetli (sert) duhul eyle-ye ki (gire ki), mahbubeyi yerinden edip kemâl-i zevk ve safasından (aldığı zevkin yüksekliğinden) hoşnud ve "Zalim" diyerek inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "dehliz" derler.
ÜÇÜNCÜSÜ: Mahbube ayak üstünde durup göğsü üzerine dehlize dayanıp ve erkek dahi usul ile ardından varıp eteklerin kaldırıp bend-i şalvarını küşad verip (şalvarının ipini çözüp) bükülür gibi baldırları dahi aşikâre olunca (görününce), belinden kucaklayıp derhal zekerini mevzî-i zîbaya ithal eyleye, safa kesb edeler (zevk alalar). Bunun ismine "niyku'l-acele" derler.
DÖRDÜNCÜSÜ: Mahbube ayak üstünde dururken erkek otura ve ayaklarını uzata ve zekerini şehvet-i tam ile (tam bir şehvetle) kaldıra. Mahbube dahi mukabelesine gelip (karşısına geçip) mevzî-i zîbasına geçire. Ayaklarını önüne doğru uzata ve ve ağız ağıza geleler. Ve mahbube dahi kemâl-i zevkinden hareketten hâlî olmayarak (vazgeçmeyerek) inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-cin" derler.
BEŞİNCİSİ: Mahbube ayak üstünde durup ellerini böğründe tuta ve göbek gösterip metâını aşikâr ede (malını ortaya çıkara). Ve erkek dahi karşıdan zekerini fercine nişan rast getirip (nişan alarak) yerleştire. Mahbube "Ferc-i zîbamı canım harab ettin zâlim" diye. Erkek dahi küheylân at gibi hışlayarak doğruldukta dahi (doğrulunca da) zekerinin kuluncunu kırarak bir mertebe mütelezziz olup (lezzet alıp) inzal olalar. Buna "musadıriyye" derler.
ALTINCISI: Mahbube bir sahra kenarında yüzü üzerine yatıp g...nü davul gibi domaltıp ve erkek dahi ardına geçip davulunu usulü üzre okşayarak inzal olalar. Bunun ismine, "sakayat" derler.
YEDİNCİSİ: Mahbube ile civan ayak üzere durup birbirlerine sarılalar ve ayaklarının dahi aralarını birbirlerine muhalif tutalar. Ve erkek zekerini mevzî-i zîbaya dayaya ve mahbubenin dahi gözleri süzülüp şehveti tam olunca yerleştirip safâyâb olalar (zevk alalar). Bunun ismine "muhalif derler.
SEKİZİNCİSİ: Mahbube ayak üstünde durup ayağını kaldıra ve erkek dahi mahbubenin ayağını böğrüne dayaya ve iki elini arkasına koyup zekerini mevzî-i zîbaya yerleĢtire. Burun nağmeleri ile safâlar kesbederek inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-şebî" derler.
DOKUZUNCUSU: Mahbube yüzünü duvara koyup elleriyle duvara dayana ve ayaklarını ayırıp dura." Ve erkek dahi baldırları arasına girip alet-i ma'hudesini (bilinen aletini) mevzî-i zîbaya yerleştire ve çalkıyarak (çalkalayarak), oynayarak beraber inzal olalar. ismine "safiyye" derler.
ONUNCUSU: Mahbube ayaklarını kaldırıp duvara dayaya ve erkek dahi baldırları arasına girip şehvet-i tam hasıl olunca (şehveti tam olarak gelince) tâb-tıraş yerleştire. Buna, "niyku'l-necih" derler.

ŞEKL-İ CİMA (Cinsel ilişkinin şekli)
Ezcümle (kıcasa) birisi "figai" tabir olunan şekle, zürefay-i Rum'da (Anadolu'nun zarif kişileri arasında), "şeddü'l-revanî" derler. ġekli budur ki erkek arkası üstüne yatıp ayaklarını uzata ve mahbube dahi gelip erkek uyluğu arasına girip otura. Badehu sol eliyle civanın zekerini tutup sıkıştıra ve şehvet-i tam hasıl oldukta (şehveti arttığı zaman) hemen mahbube kalka ve zekeri eliyle alıp fevvare (fıskiye) gibi dahi meni atınca elleyip sonra tamam inzal oldukta mahbube temenna ederek (selam vererek) "Afiyetler olsun sevdiğim efendim" diye. Celb-i kulb-u baisdir. Bu güna cimaya "fevvare-i fıskiye" teşbih etmişlerdir.
Ve biri dahi bu günadır ki, mahbube arka üstüne yatıp ve erkek dahi üstüne yatıp mahbube ellerini erkeğin boynuna sarıp bacaklarını dahi arkasına sarıp tamam erkek zekerini yine ithal ettikte bir ya iki dakika varıp geldikte erkek doğrulup kalka, mahbubeyi belinden kucaklayıp kendi boynuna asılıcı olduğu halde kaldıra. Bu minval üzere mahbube erkek kucağında ve zekeri dahi mevzi-i zibasında kah eğilip kah doğrulup bu hal üzre inzal olunca (boşalınca) cilveler ederek zevkyab olalar. ismine "mülhak" derler. Ekseriye bu şekil üzre cima, ince belli zarif olan mahbubeler ile olur. Kucağa alması âsân (kolay) olup vücuda sıklet (ağırlık) vermezler.
Camiu'l-lezzât sahibi ("Lezzetleri biraraya getiren kitap" anlamında bir eser ve onun kim olduğunu bilmediğimiz yazarı), cimanın bir garip şeklini beyan eder (açıklar). Bu mahalde zikr olundu (burada anlatıldı):
Evvelâ kıçını altına yerleştire. Yastık koya ve arkası üstüne yatıp ve başını dahi yere koyup karnını domalttıra. Ve erkek dahi mahbubeye arka üstü dönüp sinesi üstüne çıkıp otura ve mahbubeyi kendi elleriyle ve ayaklarıyla beraber tutup başına doğru çeke. Hatta erkek mahbubenin ayakları arasında kala. Böyle ettiği halde ferci ve g..ü kaz yumurtası gibi aşikâre olup (görünüp) meydana çıka. Hemen onları görerek mevzî-i zîbasına bütün bütün yerleştire. Bunun ismine "rubanî" tabir olunur.
MÜLÂTAFA VE MÜLÂABELER:
(şakalaşmalar, oynaşmalar)
Malum ola ki mücamaata mübaşeretten evvel (ilişkiye başlamadan önce) mahbube ile mülâtafa (şakalaşma) ve mülâabe (oynaşma) edip birbirlerine arz-ı muhabbet (sevgi gösterişi) ve nâz-u niyaz ederek nazikane (nazik şekilde) sohbet esnasında boynuna sarılıp "Görüp bostanların bildim kemâlin gül memelerde / Turunç amma ki bildim nice bitmiş yasemenlikte" diye memelerini okşaya,
"Seni yaramaz" diye baldırlarını çimdikleyerek ve kiraz gibi dudaklarından emip gül yüzünden koklayarak busekenâr ederek (öperek) karnına ve göbeğine doğru el ederek bend-i şalvarını küşâd vere (şalvarının bağını aça). Zira bend-i şalvar (şalvarın bağı), heves-i vuslata (birleşme hevesine) bahanedir. Badehu (sonra) vuslata mübaşeret eyleyip (ilişkiye başlayıp) zevkyab olalar (zevk alalar).
BÛS OLUNACAK YERLER
(Öpülecek yerler)
Malum ola ki, mahbubenin bus olunacak yerleri yanakları ve dudakları ve gözleri ve alnı ve gerdanı ve sinesi ve göbeği etrafı olup billur gibi olursa, yani mevzî-i zîbaaın dudakları dahi lezizdir, lâkin her birine göre (herkese göre) değildir. Pes (artık) bu mevzilerde (yerlerde) boğaz sadaları ederek doya doya, istediği gibi öpüp okşayalar.
KOKLANACAK YERLER
Malum ola ki, mahbubenin koklanacak, emilecek yerleri gerdanı ve yanakları ve alt dudağı ve zülüfleri (saçları) ve turunç gibi memeleri arası ve ayva göbeği ve kaz göğsüne benzer kasıklarıdır. Bu mevziler koklanacak, sevecek yerlerdir, misk-i anberden lâtif rayiha istimam olunur (misk ve anberden daha hoş koku alınır). şehvet galebe eylediğinde (arttığı zaman) emmek ve ısırmak ve koklamak gibi lezîz birşey olmaz.
LEZZET-İ CİMADIR
(ilişkiden zevk almak)
Avratlar cimadan hazzetmeleri ve cimaları gayet leziz olmasına müteallik ahvaller (durumlar) beyanındadır.
Malum ola ki bu fennin dakikaşinasları (anlaşılması zor olan tarafını bilen kişileri) nisvana (kadınlara) suimizac arız oldukta (kötü huylar geldiğinde), bedenlerine cimadan daha iyi nesne yoktur. Zira ki bedenlerini ıslah etmektir. Onlara cima şifa oluptur ki mücamaat olundukta (ilişkide bulunduklarında) mücamaatları erkekle dahi lezzetlidir. Hususan (özellikle) mahmum olduğu (ateşlendiği) vakitte olsa, cimanın hudusu (sonraki etkileri) bedene sühunettir (sıcaklıktır). Ferci dahi kızdırıp o vakitte olan cima, sair vakit olan cimadan leziz olur. Zira gündüz hareket sebebiyle fercin dudakları birbirine sürtmeden sühunet (sıcaklık) peyda etmekle sıcak olur. Ve rutubeti mütehallil olmakla (ortadan kalkmakla, çözülmekle) pak (temiz) olur. Hususan (özellikle) tebevvül ettikçe (işedikçe) taharet (temizleme, yıkama) sebebiyle nezafet kesbeder (temizlenir).
Amma gece oldukta mevzi-i zibanın dudakları birbirine mutabık olduğundan, ağzı kapalı ademin ağzında bir rayiha peyda olduğu gibi (koku oluştuğu gibi), lâteşbih (benzemesin ama), ona dahi bir rayiha arız olur (koku gelir). Arabiden (Araplardan) Kadı Abdullah'tan rivayettir ki şol kimse ki evladım zeki ve reşid ve hüsündar (güzellik sahibi) olsun gerektir ki uyku akabinde (uykudan hemen sonra) mücamaat eylemeye. Belki bir miktar hareket-i bedeniye (vücut hareketi) ve nefsaniye (canlanma) oldukta cima eyleye. Ve kablezcima (ilişkiden önce), mevziyi tatlı su ile gusl eyleye (yıkaya). Bunların veledin bedeni pak (temiz) ve reşid olmasına sebeb-tir.
Ve bazılar derler ki, on iki yaşını tecavüz etmedikçe gece kızlara yakınlık etmeyeler. Bedenlerini sörpük ve taravetlerinin (tazeliklerinin) noksanına sebeptir. iptidası (başlangıcı), on üç yaşından on sekiz yaşına değindir. Ziyade safaları (en çok zevk verdikleri zamanlar) on üç yaşında hamile olup vaz'-ı hami edinceye (doğuruncaya) değin. Zira vaz'-ı hamiden (doğumdan) sonra bir miktar evlada meyil etmeleri, muhabbet noksan olmaklığa bais olur (sebep olur).
Hasılı on sekizden kırka kadar taravetnüma (taze görüntüleri) ve hüsn-ü bahaları (güzellikleri) tekmil (tam) olup badehu (sonra) günden güne bedenlerine rahat ve cildlerine buruşma arız olup ekserisi hayızdan münkati olan (menapoza giren) avrat ile mücamaat eylemek inde't-tababi (doktorlar tarafından) mezmumdur (hoş karşılanmaz). Ashab-ı tecrübe (deneyimli kişiler) derler ki, hamile olan hatun hamlettikten (doğurduktan) sonra nifasdan pak olduğu gibi (lohusa süresini geçirmesiyle) mücamaata mübaşeret eyleyeler ki (girişeler ki), bedenlerini ıslah edip kendilerine sıhhat hasıl olur. Zira susuzluk vaktinde kiĢiye su hayat verdiği gibi, onlara meninin vusulü (gelmesi) aynihayattır (hayat gibidir).
NİSVANIN RİCALE MEYİLLERİ
(Kadınların erkeklere meyletmesi)
Mahbubelerin rical (erkek) tarafına meyil ve muhabbetleri ziyade hazzeyledikleri (zevk aldıkları) vadiler (durumlar) beyanındadır. Malum ola ki kadınların indinde memduh (övünülen) ve pesendide olan (beğenilen) ahval (durumlar), erkeğin sehavet (cömert) ve şecaat (yiğit) ve kavline (sözüne) sadık olup sözü tatlı olmasıdır. Ve hezli (eğlenceyi) ve medhi (övmeyi) farkedip ve latifeler bitmesidir. Ve ahdine vefa edip (sözünü tutup) nazlarına muvafık (uygun) niyaz ve cefalarına tahammül eylemesidir. Ve dahi erkek giyinip kuşanmakta zarif-heyet (hoş görünümlü) olup ve zendost kıyafet (kadınlardan hoşlanan şekilde) olmasıdır. Ve ahdine ve hilkati pak (yaratılışı temiz) ve bedeni nezafet (temizlik) üzre kıl kondurmamasıdır. Ve avratlar yanında sakallıdan bıyıklı ziyade muteberdir (bıyıklı erkek, sakallıdan daha fazla geçerlidir). 
BİR BAŞKA BAHNAME
Bazı bahnamelerde ise, pozisyonlar yerine kadın ve erkeklerin belirli özellikleri anlatılır, kadınlar özelliklerine göre sıralanır.
Aşağıda, özel kitaplığımızda bulunan 16. yüzyıldan kalma ve yazarı belli olmayan bu şekildeki bir elyazması bahnamenin 77.a-80.a sayılı varakları arasında yeralan bazı bölümleri veriyoruz. Metin içerisindeki arabaşlıklar, bize aittir.
"...Kadınlarda öyle alâmetler (belirtiler) vardır ki, cima etmeye begayct (çok) haris (hırslı) olur ve yüzüne bakınca güler ve sarılmaktan azîm (büyük) lezzet bulurlar. Bu babda (bölümde), avratlarda olan hub (güzel) alâmetleri zikredeceğiz:
Şimdi bu zikredeceğimiz güzel alâmetler bir avratta bulunsa, onun hüsnü (güzelliği) gayet kemalde olur. Ve alâmetlerin bazısı eksik olursa, güzelliği de o kadar eksik olur. Bu alâmetlerin cümlesinin (tamamının) bir avratta bulunması, hepsinden yeğdir (daha iyidir).
Güzellik alâmetleri bunlardır:
Dört nesnesi kara gerek: Saçı ve kaşı ve kirpiği ve gözünün karası.
Dört nesnesi kızıl gerek: Dili ve dudağı ve yanakları ve avurdları.
Dört nesnesi değirmi (yuvarlak) gerek: Yüzü ve gözü ve topukları ve bilekleri.
Dört nesnesi uzun gerek: Boynu ve burnu ve kaşı ve parmakları.
Dört nesnesi hoş kokulu gerek: Burnu ve azası (el, kol, ayak ve bacakları) ve koltuk altları kokusu ve ferci kokusu.
Dört nesnesi kik (geniş) gerek: Alnı ve gözleri ve göğsü ve butları.
Dört nesnesi dar gerek: Burun delikleri ve kulağı delikleri ve göbeği deliği ve ferci.
Dört nesnesi kiçi (küçük) gerek: Ağzı ve elleri ve ayakları ve kulakları.
Ve dahi şöyle gerek ki başı ne büyük ve ne küçük ola.
Ve boynu dahi ne uzun ve ne kısa ola.
Ve ne arık (zayıf) ve ne semiz ola.
Ve dahi gerektir ki, eti dahi değirmi (yuvarlak) ola.
Benzi ak ola veyahut kaz benizli veya karayağızın güzeli ola.
Ve teni pembe ola.
Ve saçı sık ve uzun ola, zira ki saç avratların yüzsuyudur.
Ve güldüğü vakit hub (güzel) ola. Zira geri kalan vasıflarından evvel, gülmesi gerek.
Ve gerek ki, gözlerinin karası çok ola ve kaşları çatık ola.
Ve yürüdüğü zaman, g...nün etleri deprene (titreye).
Ve huyu tatlı ola sözü tatlı ola ve yumuşak ola.
Ve bu dediğimiz şartlar bir avratta bulunsa, o avrat güzelliğinin kemalindedir.Şehvetin belirtileri...
Öyle alâmetler (belirtiler) vardır ki, avrata bakınca şehveti az mıdır, çok mudur bilinir.Şimdi, anlayış sahibi kişiler derler ki, avratın ağzı büyük olursa, ferci geniş olur.
Ağzı küçük ve dar olursa, ferci de dar olur.
Alt dudağı kalın olursa, fercinin iki kenarı kalın olur.
Üst dudağı ince olursa, fercinin iki dudağı da yufka gibi olur.
Alt dudağı ince olursa, ferci kuru olur.
Dilinin ucu kişmiş (kuş üzümü) gibi olursa, ferci soğuk olur.
Burnunun ortası yumru olursa, cimaya rağbeti az olur.
Kolunun arkası çukur olursa, cimaya rağbeti çok olur.
Saçı seyrek olursa, ferci yumuk olur.
Eneği (çenesi) uzun olursa, ferci alınlı olur.
Yüzü büyük ve yoğun (kalın, iri) olursa, g..ü küçük ve ferci büyük ve dar olur.
Ayağı uslu elli olursa, ferci gayet büyük ve er katında (erkekler nazarında) sevgili olur.
Ve baldırları yoğun ve etli olursa, şehveti gayet çok olur ve cimasız kalmaya sabredemez.
Ağzı ince ve emçekleri (göğüsleri) değirmi olsa ve sarkık olmasa ve emçek düğmeleri (memeleri) katı olsa, cimaya şehveti az olur. Meğer ki (ama) çok cima kılmaktan şehvet depreşir (artar).
Ve baldırları yoğun olsa, fercinin kenarı kalın olur.
Ve benzi kızıl ve gözleri gök (mayi) olsa, cimaya rağbeti az olur.
Ve gülmesi ve hareketi çok olsa, cimaya rağbeti çok olur.
Ve oynamayı sevse, cimaya rağmeti gayet çok olur.
Baldırları ince olsa ve umukları (bilekleri) büyük olursa, ferci dahi büyük olur.
Ve gözleri belirgin olursa, ferci geniş olur.
Kadın çeşitleri...
Avratlar, beş bölüktür (gruptur). Bir bölüğü odur ki, henüz baliğ değildir.
Birisi odur ki baliğdir velâkin yiğitlikle (gençlikte) kemalinde değildir.
Birisi dahi odur ki, yiğitlikte kemalindedir (gençliğinin olgunluğundadır).
Biri dahi odur ki, saçma ben (ak) düşüptür (düşmüştür).
Ve biri dahi odur ki, saçının akı, karasından çoktur.
Amma o ki baliğ olmamıştır, onun tabiatı gerçek söyleyici ve nesne gizlemeyicidir.
O ki baliğdir, lâkin yiğitlik kemalinde değildir (ilk gençliğindedir), azıcık utanır olur ve bir nesne getirip yerse g...nü domaltır ve memeleri sarkmağa başlar ve aldanması çabuk olur.
Ama o ki yiğitliğin olgunluğundadır, hali ve edebi ve hicabı (utanması) da olgunlukta olur.
O ki saçına ak düşmüştür, cimaya hırslı olur.
Ama o ki saçının akı karasından çoktur, eti gevşek olur ve yüzünün nuru söner ve üzerine başka avrat almasın ve kimseyle cima etmesin diye erine çok lütuf eder. Her avrat bu hale gelse, bilgil kim (bil ki) ondan asla menfaat yoktur ve cimasında da lezzet yoktur.
İlişki sıralaması...
Bil ki, avratlar cima arzusunda 13 bölüktür (gruptur): Beşi, cimayı yavlak (çok) severler, beşi hiç sevmezler, üçü de ne sever, ne sevmezler.
Amma o beş ki cimayı yavlak severler, cimadan artuk (geri kalan) nesneye hiç meyli yoktur. Birisi odur ki saçına ben ("ak" anlamında) düşmüş ola ve emçeklerinin düğmesi gevşemiş ola ve biri dahi odur ki uzun boylu ola ve biri dahi odur ki orta boylu ola ve birisi dahi odur ki olmaya. Amma o beş ki cimaı sevmezler, ondan yana hiç meyletmezler. Birisi odur ki, henüz baliğ olmayıptır (olmamıştır), birisi odur ki kısa boylu ola ve birisi dahi odur ki begayet semiz (çok şişman) ola ve birisi dahi odur ki eri begayet (çok) cimacı ola. Ve bu sıfatlı avratlar öpmekten ve koçmaktan artuk (fazla) erleri sevmezler.
Arrim . o üç ki cimaı ne severler ve ne sevmezler. Birisi odur ki yirmi yaşı  on beş yaş arasında ola ve birisi dahi odur ki otuz ile yirmi arasında ola ve birisi dahi odur ki tamam otuz yaşında ola. Amma o ki yirmi ile on beş arasındadır, cimaı biraz sevmez (az sever). Amma o ki yirmi ile otuz arasındadır, cimaı o kadar dilemez olur, erden utandığından (erkekten utandığı için). Meğer ki onunla oynayalar ve sohbet edeler, ta ki yüzü açıla ve şehveti deprene.Amma o ki tamam otuz yaşındadır, cimaı er dönüp etmedikçe ve muhabbet göstermedikçe avrat talep etmez.
Boşalma türleri... '
Avratların cima etmekte inzali (boşalması) üç türlüdür:
Birisi odur ki, inzali begayet tiz (çok çabuk) olur.
Birisi odur ki, inzali begayet (çok) geç olur.
Ve birisi de odur ki, ne geç ve ne tiz olur.
O ki tiz olur, uzun ve teni arıktır (cılızdır). O ki geç olur, kısa boylu ve semizdir.
Bil ki, avratların inzal alâmetleri (boşalma belirtileri) şunlardır ki, gözleri süzülür ve er yüzüne bakmaya utanır ve alnı terler ve göğsü titrer ve ere berk (sıkı) yapışır. Ve bilgil ki (bil ki) avrat ile erin inzali bir olacak (aynı anda olursa), azim (büyük) lezzet bulurlar. Ve yine bil ki, avratla erin menileri birbirine karışacak olursa, aralarında muhabbet çok olur.
Kaç çeşit fere var?...
Bil ki, avratların ferci üç türlüdür: Birisi gayet büyüktür, birisi gayet küçüktür ve birisi de ne büyük, ne küçüktür.
Bil ki, erlerin dahi zekeri üç türlüdür: Birisi gayet uzundur, on iki parmaktır. Ve birisi sekiz parmaktır ve birisi altı parmaktır.
Büyük zeker ile küçük ferce cima etmek, münasip değildir. Bunda, cima lezzeti bulunmaz.
Amma yoğun (kalın) zeker ile orta ferce cimada lezzet bulunur.
Kiçi (küçük) zeker ile orta fercde de lezzet bulunur, velâkin zaruri ise yapılır.
Ve ondan daha iyisi yoktur ki, büyük büyüğe, orta ortaya ve küçük küçüğe münasiptir. Böyle olursa, oğlan ve kız doğunca, ataya benzer. Teninde eksik ve kusur olmaz, teni an (temiz) olur.
Böyle olmazsa (bu şekilde yapılmazsa), bir ügü (puhukuşu) aygıra veya kısrağa katılmış gibi olur. Yahut beygir aygıra katılmış gibi olur. Ve her nesne cins, cinsiyle gerekir...".

BİBLİYOGRAFYA
- Abdülhalim Galip Paşa: "Mutayyebat-ı Türkiyye". Basım yeri ve yılı belli değil, 19. yüzyıl ortaları.
- Ahmed Cevdet Paşa: "Tezâkir". Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1953.
- Ahmed Refik: "İstanbul Hayatı", İstanbul 1917-1932.
- Ahmed Sahib (çeviren): "Kamasutra - Sevmek Sanatı", istanbul 1329.
- "Bahname". Yazarı, basım yeri ve yılı belli değil. 19. yüzyılın başlarında olabilir.
- Burill, K.R.F.. "The Nasreddin Hoca Stories". Archivum Ottomanicum, Mouton, Anno. 1970.
- Çakmut, Feza: "Hubanname-Zenanname'nin Minyatürleri", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsüne verilmiş basılmamış bitirme tezi, 1975.
- Derviş ismail: "Dellâkname-i Dilküşâ". bizdeki yazma nüsha, tarihsiz.
- Ertop, Konur: "Türk Edebiyatı'nda Seks , istanbul 1977.
- Fazıl-ı Enderunî: "Hubanname". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.5502.
- Fazıl-ı Enderuni: "Zenanname. Çenginame, Defter-i Aşk". Bizdeki yazma nüsha.
- Gazalî: "Dâfiu'l-Gumûm ve Râfiu'l-Humum". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.9659, 1400.
- Gölpınarlı, Abdülbaki: 'Divan Edebiyatı Beyanındadır", istanbul 1946.
- Hâce Nasreddîn-i Tûsî: "Bahname-i Tûsî". istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.7152.
- Hacı Mustafa Rakım (?): "Mürşîd-i Müteehhilîn" ve "Mürşîd-i Nîsâ". istanbul, 1299.
- Kâtibzade Mehmed Refi: "Bahname", istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.2706.
- Keykâvus: "Kabusname" (Yayınlayan: O.ġ.Gökyay). istanbul. 1974.
- M.S.: "Zifaf Gecesi-Harem Ağası'nın Muaşakası". istanbul. 1329.
- Nazım şakir: "Aşk-ı Marazi". istanbul 1326.
- Refik Ahmet: "istanbul Nasıl Eğleniyordu?", istanbul 1927.
- Gihabeddin: "Bahname" (Mir Mustafa bin Hüseyin Paşa tercümesi). Topkapı Sarayı Kut.. R. 1702.
- Şövalye Hasan Bahri: "Nisvân-ı Zarife", istanbul 1327.
- Uluçay. Çağatay: "Harem". Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara 1985.
- Uluçay, Çağatay: "Harem'den Mektuplar", istanbul, 1956.
- Uluçay, Çağatay: "Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının içyüzü", istanbul, 1959.
- "Zifaf Hatırası", yazarı belli değil, istanbul 1330.