OSMANLI EŞCİNSEL METİNLERİ SOURCE
Eskiler, Osmanlılar'daki eşcinsel metinlerden bahsederken, "Bu iş, adamların sadece dilinde" derlerdi...
Sadece dillerinde olup olmadığını bugün bilemiyoruz ama eşcinsel temalar, Osmanlı cinsellik metinlerinin azımsanamayacak bir bölümünü oluşturur ve bunları görmezlikten gelmek de zordur.
Bu tür ilişkiler, o dönemin şartları içerisinde olağan bir davranış görüntüsü verir. Eşcinsel eğilim, sıradan şairinden divan sahibi şeyhülislamına yani en yüksek düzeydeki din görevlisine, padişahın maiyetindeki besteciden semai kahvelerinde sazını çalarak geçinen müzisyenine, ansiklopedistlerden tasavvuf bilginine kadar, toplumun değişik kesimlerinden gelenlerin yazdıklarında açıkça görülür.
Alışılmış görüntülerden biri, kadının kötülenmesidir. Meselâ Sümbülzade Vehbi'ye göre erkek, "Eli kınalı kadınlardan elini çekmelidir, zira kadınlar, erkeğe kanlı gömlek giydirebilirler":
"Dest-i hınnâ-zedelerden el çek,
Giydirirler sana kanlı göynek"
Lâmiî Çelebi ise, erkeklere "evde kahbe tutmayın" diye nasihat eder:
"Merd isen evde kahbeyi tutma
Ger boyunca batursa altuna
Lanet olsun âna ve mâline de
Mâli mel'un, kendi mel'üne"
(Seni boyunca altına da gark etse, erkeksen, kahbeyi evinde tutma... Ona da, malına da lanet olsun!. Malı da, kendisi de mel'un...".
Ve, kadın unsurunun yerini erkek sevgili alır...
Fuzuli, "Subh çekmiş çerha tıygın taşa çalmış âfıtâb / Zahir etmiş ol meh-i dellâke ayn-i intisâb" diye başlayan gazelinde "Sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi tellaka bağlılığını göstermiş... Başlar, onun anber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor... Her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım..." sözleriyle, hamamda saç tıraşı yapan bir tellaka övgüler yağdırır.
Divan şiirinin hemen her ünlü adı, bu şekilde mısraların yer aldığı "hammamiye"ler, düzer ve güzel delikanlıları tasvir ederler.
Erkek sevgilinin şiirde sadece böylesine sembol olarak değil, adıyla, sanıyla geçmesi olağan bir şeydir...
Örneğin, Zatî'nin Rüstem'i... Güzelliğinin anlatımı cihanı baştan başa tutmuş, destanı gönül mecmuasında söylenir olmuştur:
"Vasf-ı hüsni tutdı sertâser cihanı Rüstem'ün
Söylenür mecmâ'-i dîlde dasitanı Rüstemün"
Zatî' sadece Rüstem'le değil, Ahmed'le, Recep'le, Halil'le ve belki daha başkalarıyla da gününü gün etmekte ama dert de çekmektedir. En çok üzüntü verenlerden biri, Ferhad'dır... "Ona gönül verdiğinden beri bir ağlasa, dağlar ve taşlar ahenge gelecektir":
"Nice dağ-u taş âheng ider âh-u figân eylesem
Olaldan Zatiyâ âşık-ı gam-kîni Ferhâd'ın"
Taşlıcalı Yahya, Memi'sinin benzerini göklerde bile bulamamıştır... Genci, "Bir gece rüyamda on sekiz bin âlemi gördüm... Bu büyük göğü gündüz gibi, dokuz kez dolaştım... Sana benzer ne melek, ne de insan gördüm... Benim gencim, sevdiğim, canım Memi" diye anlatır:
"Bir gice seyrimde gördüm on sekiz bin âlemi
Gün gibi dokkuz dolaşdım bu sipihr-i â'zemi
Ne melek gördim sana benzer ne üns-i ademî
Nevcivânım, sevdiğim, canım Memi canım Memi"
Böylesine şiirler, örnekleri uzatacak olursak, sayfalarca devam eder, gider...şehirlerdeki genç erkeklerin, nadir de olsa kızların zerafetlerinden ve özelliklerinden şiir şeklinde sözeden, sadece onları anlatmak için kaleme alınmış ve ünlü şairlerin imzasını taşıyan eserler de vardır: şehrengizler...şehrengizlerin bazı bölümleri geçmişte bölük pörçük de olsa yayınlandığı için, buraya tam metni bugüne kadar hiçbir yerde çıkmayan, şehrengiz benzeri bir başka eserin tamamını ahyouz: Hamamcılar Kethüdası Derviş ismail'in 1686 tarihini taşıyan "Dellaknâ-me-i Dilküşâ"sını, yani "Gönüller Açan Tellaklar Kitabı"nı...
Sadece kese ve sabun mu?...
"Tellak" veya "dellak" denilen hamam işçileri geçmiş yüzyıllarda, hamama gidenleri sadece "keseleyip sabunlama" işine mi yararlardı?
"Dellaknâme-i Dilküşâ", bunun böyle olmadığını, tellakların müşterilerin başka "isteklerini" de yerine getirdiklerini anlatıyor.
Risalenin konusu, o dönem istanbul'unda isim sahibi 11 hamam tellağının öyküsü ve "iş"lerini nasıl yaptıkları.
Kitabın içeriği kadar, geçmişi de ilginç...
1903 yılında, Taif mutasarrıfı olan o dönemin meşhur yazarlarından Mehmet Ali Aynî Bey, risaleyi Taifte ġeyh Yasin el Rumi adında bir zenginin evinde bulur. şeyh Yasin, ibrahim Çavuş adlı bir yeniçerinin torununun oğludur, ibrahim Çavuş, yeniçerilerin ortadan kaldırıldığı 1826 kıyımından sonra Arabistan'a kaçıp Taifte yerleşmiş, torununun çocuğu olan şeyh Yasin, Dellakname'yi Mısır'daki bir kitap mezatından satın almıştır.
Mehmet Ali Aynî Bey, kitabı kopya eder, istanbul'a dönerken yanında getirir ve risalenin elyazısıyla peşpeşe kopyaları çıkartılır. Bizim, 1985'te istanbul'da yapılan bir müzayededen satın aldığımız nüsha da, bu kopyalardan biri.
Derviş ismail'in yazdıklarından, 17. yüzyıl sonlarında istanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar'daki toplam 408 hamamda 2 bin 321 tellakın çalıştığı anlaşılıyor. Risalede sözkonusu edilen 11 tellakla bunların çalıştıkları hamamlar, şunlar:
Kılıç Ali Paşa Hamamı'nda Yömenici Bali, Fındıklı Müftü Hamamı'nda Sipahi Mustafa Bey, Kasımpaşa Piyalepaşa Hamamı'nda Seyis Hasan Ali, aynı hamamda Kalyoncu Süleyman, Yıldızbaba hamamında Kız Softa Ürgüplü ismail, Kadırga Çardaklı Hamam'da Kınalıkuzu Firuz, Üsküdar Kolluk Hamamı'nda Peremeci Benli Kara Davud, Mahmutpaşa Hamamında Altınbaş Beyoğlu, Eyüp Eski Yeni Hamam'da Keşmir Mustafa Azapkapısı Yeşildirekli Hamam'da Hamleci ibrahim ve şengül Hamamı'nda Karanfil Hasan.
Risale, tellakların sadece "görevlerini" yerine getirme tekniklerinden sözetmiyor. Bu "görevlerin" nerede ve ne şekilde yapıldığını, kurnabaşı işlerini, camekanlı odası'na "döşek yoldaşlığını", ve müşterilerin ödeyeceği fiyatları da veriyor.
"Dellakname-i Dilküşâ'dan geçmişte sadece Reşat Ekrem Koçu'nun istanbul Ansiklopedisi'nde söz edildi. Kitabın adı ve bahsettiği tellakların isimleri ansiklopedide madde halinde çok kısa yeraldı ve ansiklopedi, bu kitapla ilgili tek kaynak olarak kaldı, tam metin ise hiçbir yerde yayınlanmadı.
Aşağıda, "Gönüller Açan Tellaklar Kitabı"nı tam metnini veriyoruz. Metinde cümle yapısını elden geldiğince bozmayarak ifadeye olabildiği kadar sadık kalmaya çalıştık. Osmanlıca kelimelerin karşılıklarını hemen yanlarında, parantez içerisinde gösterdik, ancak çok ağdalı olan bazı cümleleri, günümüz Türkçesine uyarladık.
Bundan sonra Derviş ismail konuşsun ve 200 yıl öncesi istanbul'unun en meşhur 11 tellakının öyküsünü anlatsın...
DELLAKNÂME-İ DİLKÜŞÂ
(Gönüller Açan Tellaklar Kitabı)
SEBEB-İ TE'LİF-İ RİSALE (Risalenin yazılış sebebi): "...Bir mahbub-ı ziba (yakışıklı sevgili) ve ne- civan-ı yektanın (tek olan gencin) ibram (zorlama) ve ricasıdır ki, fettanın (fenalıklar yapan kişinin) ism-i şerifi (şerefli adı) Yemenici Bali'dir.
Henüz on beş yaşında ve güzellik tacı adının başında ve bu günahkârın mürg-i dili (gönül kuşu), yemenici oğlanın samur kaşında 59. ortanın civelek acemisi olup kullukta şahbaz yoldaş altında baskın vermek ile (basılması üzerine) Tophane'nin Kapudan-ı derya Kılıç Ali Paşa hammam-ı dilküşâsında soymuşlar ve hamam çıplağı zeynine koymuşlar ve gece ile gündüz elli dokuzun ehrimen-lika (kötülükler tanrısı suratlı) eşkiyası ve Tophane ocağının cehennem zebanisi semenderleri ve kalyoncu levendler ki elli dokuzlu (bir yeniçeri ortası) ve Tophaneliden eşedd (daha şiddetli, sert), padişah kullarının yüzkarasıdır, amma camekân odada, amma içeri halvette, o nazlı oğlanın firuze kâsesini ejder misali demir kazık millerle oymuşlardır ki, Yemenici Bali'ye zulüm ve gadir bu kadar olur.
Bu abd-i hakir 1096 sevval'inde kethuday-i hamamciyan oldukta (hamamcılar kethüdası olunca), oğlan rak'a (yama) ile gelip ve nergis gözlerinden feryad ile kanlı yaşlar döküp "S....mek canımıza yetmiştir" deyu o hamamdan halâsını ve hîz (pasif eşcinsel) oğlandır deyu subaşının defterinden ism-i şerifinin çalınmasını ("silinme-anlamında) ve kapımızda kulluğu niyaz etmekle bu Derviş ismail dahi gökte aradığını ağuş-u muhabbette (sevginin kucağında) bulup o garip oğlanı subaşı ağa ile hamamcı ağa pençelerinden kurtarıp hane-i bîminnette zahirde (görünürde) çubukdarlık hizmetin vermiş ama halvette döşek yoldaşı edinip murada ermişizdir.
Günlerde bir gün Yemenici Bali oğlanım, "Efendi, gün akşamlıdır. N'ola ki (ne olur) bizim dahi ismimiz bir risale-i dilküşâda (gönül açan küçük bir kitapta) mezkûr olup (anılıp) bu ruzigâr-ı bîvefada (vefasızlık zamanında) bir nam-u nişan (isim ve eser) bıraksak dedikte (dediği zaman), 1096 tarihinde şehr-i şehir-i istanbul'un (şehirler şehiri istanbul'un) dört mevleviyet yerinde 408 hamam-ı dillküşâlarında 2321 nefer tellak-i pak hamam çıplağı şerifleri ile gûnâ bir tezkire icad ve tahrir eyledik.
YEMENİCİ BALİ
Birincisi, Bali'dir. Hüsn-ü an (güzellik) ve cilve ve edep ve terbiye ve nezaket ve sadakat ondadır. Muhabbet dalında açmış gonca gül, sine (göğüs) kafesinde yavru bülbüldür. Saça sünbül, gamzeye gül, nigâha (bakışa) cellâd, kadde (boya) şimşad (şimşir ağacı), hançere (çelik), g..e kâse-i billur (billur kâse), göbeğe katre-i nur (ışık katresi), baldırlara sim-sütun (gümüş sütun), ayaklara sebike-i Sim (gümüş külçesi) ve kaküllere deste-i ibrişim (ibrişim destesi) dediler ise, işte bu Bali-i dellak şanındadır (tellak Bali için söylenmiş demektir).
Nalın ile sahn-ı hamamda (hamamın bahçesinde) tavus misali cevelân eden (dolaşan) o pakize (temiz) oğlan, elli dokuzun acemisi ve Tophane'de bir yemenici ustanın çırağı olup:
"Biri yer biri bakar
Kıyamet ondan kopar"
Kalafat yerinde (gemilere zift sürülen yerde) kahvehanesi olan hezele güruhundan (gurubundan) elli dokuzlu (yeniçerilerin veya leventlerin 59. bölüğünden) Darıcalı Gümüş Ali dedikleri it, bir akşam oğlan yolun (oğlanın yolunu) çevirip kolluktan içeri çekmiş ve kalyonculardan Kıçlevendi Zehir Ahmet ve Tophane zebanilerinden Kurt Halil nam şakilerle Yemenici Bali'nin bal çanağına eşek arıları misali üşüşmüşler ve oğlanı sabaha varınca s..mişler ve ana doğması soyup üryan (çıplak) edip dahi (üstelik) oynatmışlardır. Subaşı Ağa dahi kola (devriyeye) çıkıp kollukta meclis-i işret (içki meclisi) kurulduğunu haber aldıkta (alınca) varıp basıp, oğlanı y.... altında yatar iken ahz edip (alıp) ism-i şerifini (şerefli adını) deftere kaydı ile tezlil (küçültüp, düşürüp) ve altın adını bakıra çıkarmakla kalmayıp, baldırında kaba etine hîz (pasif eşcinsel) oğlandır damgasını dahi basmıştır. Bali dahî gayrı ("artık" anlamında) beni bir hammam-ı dilküşâ pak eyler (temizler) deyip Tophane'de Kapdan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın hammam-ı kebirinde (büyük hamamında) bir üstad dellakın elini öpmüş ve soyunmuştur.
Az zamanda şöhret bulup gece ve gündüz seferi 70 akça narhtır (bir defası için belirlenmiş ücreti 70 akçedir). 20 akça dahi ortağı dellak alır ki, 90 eder. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçadır. Amma kulamparesi kaç sefere ki takati vardır (kaç kez yapabilirse) oğlana o kadar fişek atar, 300 akçeye dahildir. Amma ser-nevbet (baş nöbetçi) dellak "Sabahdır" deyu (diye) nida ettikte (bağırınca) ve kulampare oğlana yine koymak murad ettikte (isteyince), 90 akça ücretini verir. Yemenici Bali, günde üç seferden ziyade g.. vermez idi. Pak ve pakize (temiz) tendürüst (sağlam vücutlu) sine (göğüs) bülbülü kınalı kuzu idi.
SİPAHİ MUSTAFA BEY
Biri dahi, Sipahi Mustafa'dır. Kuzattan (kadılardan) bir zatın gönül eğlencesi iken yaramazlar pençesine düşüp on beş yaşında peri-peyker (peri yüzlü) oğlanı Mudurnu Dağı'nda Kara Domuz nam şaki-i pelide (pis hayduta) peşkeş çekmişlerdir. Kara Domuz ki âdem ejderhası belây-ı asumandır (göklerin belasıdır), oğlancığı kıllı sineye çekip gözleri yaşına bakmayıp gümüş künbedine demir kazık çakmıştır. Nursuz Ali ve Yorganyüzüoğlu ve Çiçekli Mustafa ve Kalaycı Hasan emsali şeytanlar, cümle on sekiz nefer-i dîv heyet (dev yapılı) ve ehrimen-suret (kötülükler tanrısı suratlı) asılacak zehir ademlerdir. Sipahi Mustafa Bey'in g..ü üstünden geçip o nazlı oğlanı kan-revan perişan etmişlerdir. Dağda, bayırda, taşda, çakılda, çemen, dikende yürümeğe mecali kalmamakla bir handa emanet yatağa koyup gitmişlerdir.
Çamlıbel'de mezkur (adı geçen) handa Davud Odabaşı ki gayet ile mu'lem (tanınmış, bilinmiş) idi, o dahi oğlanın g..ünde çarh-ı felek merkezin bulmuş. Aç kurdun kuzuyu koruduğu misali geceleri kendi döşeğinde yatırmış, kalemi hokkaya batırmış, evrak-ı muhabbete sahhu'l-visal işaretin çekmiştir ("sah" kelimesi eski belgelerde "karşılaştırıldı, incelendi, doğrudur" anlamında kullanılır. Burada "ilişkinin tam olarak meydana geldiği" kastediliyor). Amma oğlanın gözü yaşına merhamet edip handa tutsa eşkiya gelir alır. şehr-i şehir-i istanbul'dur (ġehirler içerisinde meşhur olanı istanbul'dur) deyip oğlanı âsitane-i saadete getirip Fındıklı'da Müftü Efendi Hamamı'nda Sipahi Mustafa'nın nazlı beline dellak peştemalın kuşatmış ve o güruhun şanına şan katmıştır.
Kıl kadar ayıbı yok bir müeddeb (edepli, terbiyeli) pakize oğlandır ki hile ve şeytaniyet yoluna sapmaz, g..ünü domalıp yattıkta (yatınca) müşterisinin y....ı yolunu şaşmaz, meyve-i vaslını rayegân eylerken (vuslatının meyvesini bol bol verirken) mest olup mesteder. Cilveli pak ve çâlâk (temiz ve eliçabuk) Sipahi civandır ki devrimiz ricalinden mal-i Karun'a sahip (Karun kadar zengin) Gümrükçü Emini Hasan Efendi bu dellak oğlana alâka edip Galata mollası eliyle hamamdan çıkartıp hanesine almış ve fahir libaslar (süslü elbiseler giydirip) zer-ü zivere müstagrık edip (altın süslere garkedip) mahbub çubukdar eylemiştir. Amma Sipahi Mustafa Bey'de de sadakat ve vefa bu kadar olur. Velinimetinden gayrı ferde uçkur çözmemiştir ki böyle emsali, çubukdar oğlanları çuhadar, tatar, dolapçı, arabacı, seyis, hamleci makulesi herifler şakır şakır s....lerken, Sipahi Mustafa Bey parmak ucuyla dahi dokundurmamıştır.
KIZ SOFTA
Biri dahi Kız Softa'dır, yani Ürgüplü ismail'dir ki, Zalpaşa Medresesi'nde hemşehrisi Dağlı Hüseyin nam (adlı) pelide (pise) misafir olup, üçüncü gece o zalim dağlı herif "Hemşehri oğlan s....k yâri hiledir (dostça bir oyundur)" deyip oğlancığı bi'l-ikna (ikna ederek) rızasıyla fiili livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir (çok büyük) olmakla Molla ismail kan-revan bihuş (serhoş) oldukta (olunca), gaddar herif işini tamam görmüştür.
Amma ertesi vak'a şüyu buldukta (olay duyulunca) fail-i zalim Dağlı Hüseyin memleketi canibine firar, ismail'e dahi medresede durmak olmayıp öyle mahbuba cümle kapılar küşade olmakla (bütün kapılar açılmakla) helvacı esnafından Telli Halil Ağa oğlanı alıp esnaf zeynine koyup (esnafın süsleri arasına katıp) tezgâha oturtmuştur. Ve dükkanını o perî-suret (peri yüzlü) ile tezyin eylemiştir. Gece dahi odasında yatırıp telezzüz-ü nazar ve (bakarak zevk alma) deraguş (kucaklama) ve buse faslı, ayak öpme, göbek koklama, çakıl memecikler dişleyip altın kamış çük yoklama ile iltifat etmiştir.
Bir sene mürurunda (geçince) istanbul'un kulampara eşkiyası Kız Softa'yı rahatına komayıp dükkânın gözleyip ustasın gaybubetinde (yokluğunda) müşteri-suret (müşteri gibi) ülfet ve muhabbet edip envai tuhfe (çeşit çeşit hediye) ve akçe ile oğlanın aklın çalarak birkaç ay mikdarı bahçe ve bostan ve bekâr odası ve hamam dolaştırıp akıbet Karakuş nam (adlı) şeririn pençesine düştükte (düşünce) Yıldızababa hamamına götürüp soymuş ve beline siyah dellak peştemalın sarıp üstad elinde ba'dettalim (talimden sonra) müşteri aguşuna (koynuna) halvete koymuş kapamışlardır.
Gündüz içeride halvette bir seferi 100 akça ve gece camekân odada döşek yoldaşlığı livata sabaha dek üç seferden ziyade olmamak üzere iki tafralı altın narhtır. Oğlan üç seferden ziyadeye rıza gösterdikte (kabul edince), müşterisi her seferi 100 akçadan koyar, s...r. Oğlan kulamparasından hazzedip (zevk alıp) akça talep etmese dahi, herif oğlanın ortağı dellake 20 akça payını yine verir.
SEYİS ALİ
Biri dahi Seyis Ali'dir. Bir tüvana (güçlü) nev-hat (sakalı yeni çıkmış) oğlan olup kendi kadr-ü kıymetini (değerini) bilmeyip boğazı tokluğuna tersane haytalarına uçkur çözerken hamam çıplağı olmuş, az zamanda şöhret bulup Hammam-ı Piyalepaşa'da (Piyalepaşa Hamamı'nda) kibar ve rical (önde gelen kişilerin) tokmakçısı idi. Dellak Kalyoncu Süleyman'ın oğlanı ve şakirdi (öğrencisi) ve ortağıdır ki bir günde kırk g.t tokmaklayıp kırk sefer fişek attığı hamam siciline kaydolunmuştur.
Ricalden (Üst düzeydeki yöneticilerden) bir efendinin oğluna alâka edip oğlanı kalafat yerine çekip cebren (zorla) gemi içine sokup livata etmekle (etmesi üzerine), hamamdan peştemalı ile çıkarmışlar ve o çıplak halinde kalafat yerinde salbeylemişlerdir (asmışlardır). Amma pek yazık olmuştur. Elhak (Allah için) erkek güzeli serbaz (cesur), şahbaz (yiğit), dilbaz (gönül eğlendiren), civanbaz (gençlere meraklıların) hizmetinde çâlâk (çevik) dellak-i pak (temiz tellak) idi.
KALYONCU SÜLEYMAN
Biri dahi Kalyoncu Süleyman'dır ki, âdem (insan) ejderhası tüvânâ (güçlü) yiğit, hamamın ab-ı ruyi (yüzsuyu) ve kibarın ve ayanın ve eşrafın makbulü, gayeüc mergub (rağbet edilen) mahbub tokmakçıdır.
Trabzon hâkinden olup (aslı Trabzonlu, orada doğmuş olup) eyyam-ı şebabet ve nev civanisinde keştiban (gemici) dayılar aguşunda (koynunda) perverde olup (büyütülmüş olup) şahin başında keçe külah, sine üryan (göğüs çıplak) ve yalın ayak baldırı çıplak kanca atıp palamar bağlamış, geceler dahi bekâr dayıların koynunda uçkur çözüp g.. devirmiş oğlan olup bunlara gemici ıstılahı üzre (deyimlerine göre) zenane derler ki, adam s.....e doyamaz ve iri kıyım oğlan ayağı ile döşekte öyle cilvelerle ayak uyuşturur ki, muhabbet bu kadar olur.
Bu Kalyoncu Süleyman günlerden bir gün Hasköy iskelesine gelip Kalafat yerinde Ali Paşa kahvesinde yalın ayak baldır bacak çıplak ve hem sinesi küşade (göğsü açık) levendane oturmuş, şehrî kulamparaların yüreklerini dağlar ve "şu keştibân (gemici) oğlanın hancer-i puladı (çelik hançeri) acep ne boyda ve şekildedir" diye o biçareleri uçkur kemendine bağlar iken meğer şehrimiz hamamcılarının eşbehlerinden (kabadayılarından) Piyalepaşa hamamcısı Hasan Ağa dahi o kahvehanede imiş. Ve oğlanın iri kıyım yalın ayaklarında demir gülle topuk ve hem sünbül koçanı y...k temaşasında (seyrinde) imiş. "Tamam, bana böyle bir
serbaz ve şahbaz ve aşkbaz tokmakçı dellâk-i çâlâk (tez canlı tellâk) ve pak (temiz) zeberdest (mahir) fetâ (genç) lâzımdır" deyip ve hemen ülfet ve sohbet ve muhabbet edip oğlanı itma' (gözünü boyayıp tamaha düşürüp) ve ikna ile kahvehaneden öyle yalın ayak ile çıkartıp hamamına götürmüş ve soyup dellak peştemahnı beline kendi eliyle sarıp bağlayıp, birkaç gün üstad elinde terbiyesi tamam oldukta müşteriye çıkmıştır.
Hadd-ü edep bilir tokmakçıdır. Hicap (utanma) perdesini yoluyla açıp hizmetin tamam görür. Müşterisini halvete alınca kapıya peştemal perde talik edip (asıp) altında nalınların kilit nişanı bırakıp "Uzan beyim, paşam, efendim, ağam, bacakların ve ayakların bir yol oğuşturayım" deyip nicesini baldır bacağa atar ve kıvamı geldikte (gelince) kendi peştemalını fora edip çırçıplak, daltaşak, dal...... hemen müşterinin ayakların öper, "Sultanım, işte gör, vücudum uyandı. Gayrı mürüvvet ve ihsan sendendir ki benim gibi garip çıplağını sevindir. Seninle bir muhabbet edeyim" deyip nazikane el ense eder ve y......ı ki şah-ı merdan ru-siyahtır (büyük siyah tokmaktır), bir nezaket yoluyla aheste beste dipleme sokar ki, bu hüner işte ancak bu ittedir. Fişek atıp fiili livata tamam olunca, yine ayak öpüp izin talep eder. S.....i müşteri taşra camekâna çıkınca bahşiş için lâf etmek, bu Kalyoncu Süleyman için değildir.
Narhdır ki, hamamda tokmakçılar halvette bir sefere 100 kuruş alırlar ama bu Süleyman'a 300 verse azdır. Gece döşek yoldaşlığına davet olunsa asgari üç sefer koyup fişek atması, 450 kuruş narhdır. Amma müşterisi yeter derse, Kalyoncu Süleyman beş sefer bitip fişek atar. Böyle kaviyyülsine (göğsü güçlü) ateşli tokmakçıdır. Ekser kendi dahi alta yatıp "Efendim lutfeyle, bu muhabbetin tadı altlı üstlüdür" der. Elhak hamam uşağı, mukaşşer (kabuğu soyulmuş) aşkbaz yiğittir vesselam.
KINALIKUZU FİRUZ
Biri dahi Kınalı kuzudur ki, ism-i şerifi (şerefli adı) Firuz'dur. şehrî (meşhur) kulamparalar Firuz şah dahi derler ki, elhak (gerçekten de) padişah-ı iklim-i hüsndür (güzellik ikliminin padişahıdır). O dilberin el ayaklarında parmakları kınalıdır.
Arnavudiyu'l-asıl (Arnavud asıllı) olup, gözleri kanlı taze delikanlı olup vilayetinden ("memleketinden" anlamında) geldikte Çardaklı Hamam'da hemşehri odasına misafir olmuş, o dellak-i pelid (pis tellak) Firuz'u s...p eritmiş, beline dellak peştemalını bağlayıp kese ve sabun ve lif ve lenger ile sanatını talim edip ortağı etmiştir. Mürüvvet (mertlik) sahibi kulampara biraderlerimiz, Çardaklı Hamam'a vardıklarında "Bir kınalı kuzucağımız vardır" dedikte, o hayvan Firuz'u getirip el öptürür, makbule geçer makuleden olmakla (makbule geçer zannederek) iltifat gördükte (görünce) "Efendim, ortaklık yoludur. Oğlanın başını tutsam (tutmam) gerektir" deyip o lâîn (şeytan gibi kovulmuş) Arvavud şaki Firuz'un boynuna kol kemendini attıkta (atınca) oğlanın g..ü nur topu misali domalır ki, aşkolsun o oğlana y...k basana.iş bittikte oğlan su dokunup peştemalını bağlanıp el öpüp "Yine beklerim ağam, buyur" deyip çıkar ve bahşişini ve kanun-u narh üzre (narh kanununa göre belirlenmiş) livata ücretini ortağı dellak alır. Bir böyle pervasız Arnavudun yezididir ki, Firuz'a g...nün kazancından birkaç akçe güç ile (zorla) verir imiş.
PEREMECİ BENLİ KARA DAVUD
Biri dahi Üsküdar'da Kolluk Hamamı'nda Peremeci Benli Kara Davut'dur. Tokmakçıdır. Bâlâ kamet (uzun boylu) bir tüvânâ (güçlü) çâr-ebru (bıyıkları yeni çıkmış) bir yiğittir ki gece ve gündüz bey ve paşa ve ağa ve efendi ...ü tokmaklar. Bir it oğlu ittir. S.....n kazancını yine s.....e yedirip bilâ libas (elbisesiz) yalın ayak gezer biçaredir. Üsküdar Kolluk Hamamı'nda zuhur etmiştir (ortaya çıkmıştır) amma kapısı yoktur. Hamam hamam dolaşır kaltaban avaredir.
Varacağı hamamda ard kapıdan külhana duhul (girip) ve külhanda soyunup levendane reftar ile (levend gibi yürüyerek) varıp hamamcı ağanın eteğini ve natır ile dellak eskisi ser-nevbetin (baş nöbetçinin) ellerini öpüp müşterisi kande (nerede) ise varıp hizmetini görür. Kadimden görüştüğü ise (önceden tanıyorsa) huyunu ve suyunu bilmekle (bilerek) "Ağam, paşam, efendim, sultanım, işte Kara Davud'un geldi" deyip livataya mübaşeret eder (başlar). Amma müşteri o ana dek görüşmediği ise natır ağa "Zannım ki (sanırım ki) tokmakçı arar" dedikte (deyince) bacak ve ayak oğuşturup tedricen (ağır ağır) yukarı çıktıkça maslahata el atar, müşteri "Elin çek" dedikte kendi kebir (büyük) maslahatını peştemaldan çıkarıp "Ağam, bunda hicab (utanma) olmaz. Ben seni memnun edeyim. Hemen emreyle ki gör bak benimki uyanmıştır" deyip müşteri dahi el atıp tuttukta hemen onu yüzü üzerine çevirip bir hamlede biner, koyar ve işini tamam görür.
Saraç Ahmed Bey ki eyyam-ı nev-civanisinde (delikanlılık günlerinde) Sultan Murad Han-ı rabinin (Dardüncü Murad'ın) silâhdarı Mustafa Paşa'nın kapıcıbaşısı olmuş Kız Cafer nam (adlı) kapıcıbaşının nur-ı dide (göz nuru) oğludur. işte Benli Kara Davud o nazlı beye alâka edip cümle akçasın (bütün parasını) saraç civane (gence) yedirir çıplak aşıktır. Amma saraç oğlanı da şakır şakır s...r. Saraçhanede o pakize (temiz) oğlan, "dellak saracı" diye melkubdur (lakaplıdır).
ALTINBAŞ İSKENDER
Biri dahi Altunbaş Bey oğludur. Arnavud beyzadesi olup, şerefli adı iskender Bey'dir.
Gazi Sultan ikinci Murat ve Fatih Sultan Mehmed zamanında isyan ve eşkiyalık yollarına düşmüş olan Kastaryotoğlu iskender Bey dedikleri mel'unun Rum cariyesinden olan veled-i zinasının (piçinin) soyundan gelir ki, o taraflarda "iskender adında bir şehzade Arnavut kavmine padişah olur" efsane tevatüren şayi (söylentisi çıkıp) ve bu nev-civan şehzadenin namı (adı) dahi iskender olmakla madde-i fesat (bozgunculuğun kaynağı, sebebi) bilinip Debre-i Bâlâ ayam Hacı Nezir Ağa oğlanı dağa kaldırıp padişahlığını ilân eylemiş, şaki-i mel'unu tepeleyip ve iskender mahbubu onun pençesinden alıp katline kail olmayıp (öldürülmesine razı olmayıp) istanbul'da Mahmut Paşa Hamamı hamamcısı karındaşı Uzun Süleyman Ağa'ya göndermiştir ki, sine-i muhabbete (muhabbet göğsüne) çekip terbiye etsin için.
Amma iskender terbiye kabul etmeyip dağda bir eyyam (bir süre) haydud koynunda yatmış ve kûh-ı billurun (billur dağını) hamam çıplağı dellaklar ile ülfet ve muhabbete rağbet edip Süleyman Ağa dahi hanesinden çerağ edip iskender'i hamamda soymuşlar ve Altınbaş Bey oğlu namiyle bir dellak-i pakize (temiz tellak) yanına koymuşlardır.
Halvette bir seferi 90 kuruştur ve 20 kuruş dahi ortağı alır ki, 110 kuruştur. Geceliği üç seferden ziyade koymamak üzere 200 kuruştur. 100 kuruş dahi ortağı alır. Amma müşteri üç seferden ziyade fişek atacak olursa, her seferi için dahi 250 kuruş ziyade verir.
KEŞMİR MUSTAFA
Biri dahi Keşmir Mustafa'dır. Halvet kubbesine güzellik bırakan nur-ı musaffadır (süzülmüş ışıktır).
Sil gözünün yaşını
Çatma keman kaşını
Basarlarken .....ı
Çalka gümüş tasını
Haramzadedir yani loncada çeribaşı oğlu Kıptî'dir ki babası külhancı, anası karılar hamamında natır, göbek taşında uyumuş, kurna başında büyümüş, alnı kara ...ü ak nevcivan dellaktır. Kulağında gül, alnında kâkül, ot çalmaz, ustura vurmaz s...nin kılları sırma püskül, levendane reftar ile (levend gibi yürüyüşle) halvete gelip şuhane, edibane selam verip elpençe durdukta yürek taş olsa erir. Kıptidir ama akça, pul lafı yok tokgöz olup ejderha misali kol kadar m.......ı dibine dek alır ki, Kıptiyanda (çingeneler içerisinde) böyle nazik dilber bin oğlanda bir çıkar. Narhı yoktur, "Müşterimin mürüvvetine endaze olmaz" deyip domalır ve ne bahşedilse alır, akça tutmaz şahbaz bekâr yiğitlerin gönlünü dahi bad-ı heva hoşnut eyler. Hammam-ı Eski Yeni'de natırdan talep oluna.
HAMLECİ İBRAHİM
Biri dahi, bostancı neferlerinin taze rûlerinden (yüzlerinden) Hamleci ibrahim'dir. Elhak, nur-ı dîdedir (göz nurudur). Fidan boylu, melek huylu, alnında kakülü sırma telli, incecik belli, eli ayağı gayetle dilber, lebleri (dudakları) gülbeşeker, çakıl memeler damla-i anber (anber damlası), şükufeden (çiçekten yapılmış) göbeği çukuru sünbülbeter, b.... çiçeğini sorar isek karanfil-gûster (karanfil yayan) şöyle bir içim su dellaktir.
Halvette ve camekan odada ak mermer üstünde yahud ki döşekte serapa üryan (baştan aşağı çıplak) serilip yattıkta (yatınca) y......nın başı tokmaklı yok uzundur, yok kalındır demeyip ve ah of etmeyip gayret-i nev-civanî (gençlik gayreti ile) ile tamamını alır ve adamın canına taze can katar. Gece dahi tâ-be-sabah sabaha kadar) türlü türlü işveler, cilvelerle kol-bacak kemendleri ve iri kıyım hamleci oğlan ayağı uyuşturmaları, rayegân (bedava, bol bol) döşek yoldaşlığı eder ki, hamam çıplağından yâr-ı gar (vefalı arkadaş)bu kadar olur.
O nazenin oğlan nakleder ki, Karadeniz yalısında Giresun kasabasından kopmuş ve istanbul'da saray-ı hümayun (padişah sarayı) bostancılar ocağında hamleci olan dayısı yanına gelmiş ve o adam dahi şahbazı kendi ocağında acemi nefer olmak için iltimas etmiştir. Ve acemi eyyamında (acemilik günlerinde) avare olmasın için hamleciler odaları karibinde (yakınında) Büyük Gümrük iskelesi Çarşısında Berber Salih Çavuş'un nezdine şakird (öğrenci) deyu (diye) devam etsin demiş. işte o berberin şakirdi iken alemi velveleye vermiş, nasıl vemesin ki, şahin başında bostancı külahı, cebîn-i pâkinde (temiz alnında) kakül-ü gümrahı (sık kakülü) tel tel, çuha cepkeniyle yakışık almış, ayaklar yalın, sebike-i sim (gümüş külçe) , kalem kalem parmakları şimşir nalın ile reftar ederken (geçerken) üftadelerinde yahey...
Tersane eşkiyasından zindancıbaşı Saçlı Deli Kürt diye maruf Kürt Haso Ağa, bu hamleci ibrahim oğlana alâka edip yoluyla takarrüb eyledikte (yaklaşınca) oğlan dahi Haso Ağa'ya meyleder ki, Haso kapkara kıl içinde bir kara Kurttur amma vechinde letafet ve endamında heybet gayetle yakışık ve reftarında levendane çâlâki (gidişindeki levend gibi çevikliği) şöyle ki ayağın pekçe bassa zemin tir tir titrer ve pençelerinde demir çubuk haşak (süprüntü, çöp) misali ve hem dahi Haso Ağa'da zer-i halis ile memlu (saf altın ile dolu) kesecikler vardır.
Zindancıbaşı, bir cuma günü Hamleci ibrahim oğlanı Salih Çavuş'un dükkanından kaldırıp "Gel sana tersane-i amirede zindanı temaşa ettireyim" deyip oğlanı alır, odasına götürür ve Hamleci civana rızay-ı nev-civanisiyle (gençlik rızasıyla) fiili livatayı Kürdî y.... ile tamam icra eder. Velâkin Haso'nun maslahatı rub'-u meskûnda (dünyanın dörtte birini oluşturan kara kısmında) misli (benzeri) yok aygır s..i misalidir ki ibrahim'in b.... kaytanı deride olup (yırtılıp) vak'a şüyu' buldukta (duyulunca) Salih Çavuş dükkana ve dayısı olacak herif dahi Hamlacılar odasına kabul etmemekle oğlan naçâr Azapkapısı'nda Yeşildirekli Hamam'da soyunur ve dellak peştemalın bağlar ki bu Yeşildirekli Hamam'ın cümle müşterileri haylaz yaramaz cündbaz (askerlik eden) tersane dilaverleri, tüvânâ (güçlü kuvvetli) kalyoncu itleri yiğitler ve denize pala çalar sandalcı ve mavunacı yalın ayaklı hayta uşaklardır ki, cümlesi zincirin kırmış kızıl kulamparalardır ve hepsinde y.... demir kazıklardır, her sefer ki ibrahim'e talep olup içeride halvetde ya taşrada camekan odada şîrâne (arslan gibi) hamle ettiklerinde, Hamleci oğlanın gereği gibi hakkından gelirler ve teknesini âlâ kalafat ederler.
Narhı kibar ve rical (seçkinler) için olup. bir seferi 200 kuruştur. Ve gece döşek yoldaşlığı üç sefer hesabıyla 1000 kuruştur. Oğlan rıza gösterse, her fazla seferi 250 kuruştur. Kethüday-i hamamciyan (hamamcılar kethüdası) olmamız sıfatıyla bu Hamleci ibrahim'i mezkur hamamdan çıkarıp hane-i bîminnetimizde (yapılan iyiliğin başa kakılmadığı evimizde) sinemize (göğsümüze) bastık ve Yemenici Bali oğlana döşek yoldaşı yaptık ki, iki oğlanın altlı üstlü muhabbeti ve birbirini s.......i bir özge temaşadır bir başka seyirdir).
KARANFİL HASAN
Biri dahi, Karanfil Hasan'dır. Hamam gülşeninde (hamamın gül bahçesinde) perveriş bulmuş (beslenip büyütülmüş) Keşmirî dilber-i müstesnadır (seçkin dilberdir) ki cilve katında üstad, kaddi şimşâd (boyu şimşir ağacı gibi), belinde hançer-i fulad (çelik hançer), müptelâsına dâd ve feryâd, kendi on beş yaşında, has damgası gümüş tasında ve alışverişi kurna başında. Ayvansaray'da Kız Yusuf denilen haramzadenin veled-i zinasıdır. Kalafat yerinde kayıkçı ve mavunacı bekâr uşakları ile çelik ve çomak oynayım derken uçkuruna el atmışlar ve gece dahi odalarına kaldırıp üryan edip döşeğe çekip yatmışlardır. Oğlanın gümüş künbed (kubbe) kâsesine kol kadar demir anahtar uydurup içinde oynatmışlardır.
Bab-ı vuslat bir kere açıldıkta (açılınca), ol güruh bal çanağına eşşek arıları misali üşüşmüşlerdir. Hamam böcekleri doydukta oğlanın yolun kesip "Aman oğul, subaşı duymuştur, defterli olursun. Senin için cây-i halâs (kurtuluş yeri) bir hamam-ı dilküşâda soyunmaktır" deyip ademî başına halisü'l-ayar akça salıp (her bir adam başına doğru ayarlı para ödeyip) o tarihte şengül Hamamcısı Uzun Karabekir Ağa'ya götürüp el ve etek öptürüp hamamcı ağa dahi gayetle pesend eyleyip (çok beğenip) soyunmasın emreyledikte Kız Yusufoğlu soyunup kâküllerin ebruvan üzre döktükte (kaşları üzerine dökünce) Karabekir aklı perişan olup "Hay veled-i zinalar, bu karanfil oğlanı kande buldunuz?" demekle Karanfil Hasan deyu şöhret ve şan buldu. Hamamcı ağa "Bu oğlan bizimdir" demekle Karanfil Hasan iki sene gayriye (başkasına) peştemal bağlamayıp kahve ocağında hamamcı ağanın çubukdarlığı hizmetin görürdü. Amma nice nice yüz mahbubdostların lüle-i çeşmine ateş-i arzu (göz lülesine aşk ateşi) koymuş, oğlanın sebike-i sim (gümüş külçesi) yalın ayaklarını görenler.
Çalmış kalem parmaklara al kına Yakına gel aman oğlan yakına
deyip Karanfil Hasan'ın ayağın öpüp koklamağa on akçe narh olmuştur.
Akıbet (sonuçta), iki nefer ocaklı dilâverler (yiğitler) ki biri altmış dört bölüğün Deli Ferhad ve biri dahi elli altı bölüğün kahvecisi Kırkık Ali'dir. Karanfil Hasan camekan odaya çubuk götürdükte (götürdüğünde) tabancaları çekip "Bre bu ne olmaz iştir? Sine bülbülü oğlan hamamcı ağanın hanesinde kafeste olmak (olması) gerektir. Böyle hamam çıplağı oğlana tasarruf ve taassub olmaz. Akçamıza geçer hükmümüz. Biz bu oğlana fiili livatayı elbet ki ederiz. Rıza ile verdi ne âlâ. Vermese silâhımız kuvveti ile işte o anda cebren ve kahran (zorla ve kahırla) yatırıp s...riz. Hamam nâr-ı fitne (fitne ateşi) olmaz. illâ (yoksa) kan olur" deyip Karanfili camekan odada bastırıp Deli Ferhad kapıyı tutup Kırkık Ali dahi seyf (kılıç) ile oğlanı kesecek oldukta Karanfil Hasan "Aman ağam, kıyma bana. Teslim, teslim" deyip uçkurunu çözmüş ve o aç yiğitlere gümüş künbedin domalmış Kahveci Kırkık Ali de şâh-ı merdan (tokmak) karayılan s...nin zehrini oğlanın içine kusturmuş ve o şaki işini tamam bitirip indikte (inince) Deli Ferhad dahi oğlana hamle edip kızıl deli çomağını karanfil b....e sokmuştur. Hamam uşakları, "Ağa, önünde sonunda olacak bu idi, oldu. Hamamı kolluğa bastırmak olmaz. Karanfil Hasan gayri müşteriye soyunsun" deyip o gün şengül Hamamı'nda olan cümbüşler kalem dile gelse bir müstakil kitap olur...".
BİBLİYOGRAFYA
- Abdülhalim Galip Paşa: "Mutayyebat-ı Türkiyye". Basım yeri ve yılı belli değil, 19. yüzyıl ortaları.
- Ahmed Cevdet Paşa: "Tezâkir". Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1953.
- Ahmed Refik: "İstanbul Hayatı", İstanbul 1917-1932.
- Ahmed Sahib (çeviren): "Kamasutra - Sevmek Sanatı", istanbul 1329.
- "Bahname". Yazarı, basım yeri ve yılı belli değil. 19. yüzyılın başlarında olabilir.
- Burill, K.R.F.. "The Nasreddin Hoca Stories". Archivum Ottomanicum, Mouton, Anno. 1970.
- Çakmut, Feza: "Hubanname-Zenanname'nin Minyatürleri", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsüne verilmiş basılmamış bitirme tezi, 1975.
- Derviş ismail: "Dellâkname-i Dilküşâ". bizdeki yazma nüsha, tarihsiz.
- Ertop, Konur: "Türk Edebiyatı'nda Seks , istanbul 1977.
- Fazıl-ı Enderunî: "Hubanname". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.5502.
- Fazıl-ı Enderuni: "Zenanname. Çenginame, Defter-i Aşk". Bizdeki yazma nüsha.
- Gazalî: "Dâfiu'l-Gumûm ve Râfiu'l-Humum". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.9659, 1400.
- Gölpınarlı, Abdülbaki: 'Divan Edebiyatı Beyanındadır", istanbul 1946.
- Hâce Nasreddîn-i Tûsî: "Bahname-i Tûsî". istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.7152.
- Hacı Mustafa Rakım (?): "Mürşîd-i Müteehhilîn" ve "Mürşîd-i Nîsâ". istanbul, 1299.
- Kâtibzade Mehmed Refi: "Bahname", istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.2706.
- Keykâvus: "Kabusname" (Yayınlayan: O.ġ.Gökyay). istanbul. 1974.
- M.S.: "Zifaf Gecesi-Harem Ağası'nın Muaşakası". istanbul. 1329.
- Nazım şakir: "Aşk-ı Marazi". istanbul 1326.
- Refik Ahmet: "istanbul Nasıl Eğleniyordu?", istanbul 1927.
- Gihabeddin: "Bahname" (Mir Mustafa bin Hüseyin Paşa tercümesi). Topkapı Sarayı Kut.. R. 1702.
- Şövalye Hasan Bahri: "Nisvân-ı Zarife", istanbul 1327.
- Uluçay. Çağatay: "Harem". Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara 1985.
- Uluçay, Çağatay: "Harem'den Mektuplar", istanbul, 1956.
- Uluçay, Çağatay: "Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının içyüzü", istanbul, 1959.
- "Zifaf Hatırası", yazarı belli değil, istanbul 1330.
No comments:
Post a Comment