İstanbul’un birçok noktasından Galata semtine baktığımızda, karşımıza baskın görüntüsüyle Galata Kulesi çıkar. Denizden 35 metre yukarıda bulunan 67 metre yüksekliğindeki bu kule, kentin en önemli simgelerinden biridir. Kulenin dış çapı 26,45 metre, iç çapı 16,90 metredir. Duvarları 3,75 metre kalınlığındadır. Bu yazıda Galata Kulesi’nin tarihine kuş bakışı göz atmaya çalışacağız.
Bir rivayete göre kulenin ilk temelleri 528 yılında Bizans İmparatoru Justiniaus döneminde Regio Sycaena tarafından atılmıştır. Tarihçi Theophanes, İslam ordu ve donanmasının Bizans’ı kuşattığı 717 yılında, kuleyi “Kastellion ton Galatou” adıyla anmaktadır. 1203 yılı Temmuz ayında gerçekleşen Haçlı Seferi’nde, Geoffroy de Villehardouin “Tor de Galathas” olarak adlandırılan kulenin ele geçirildiğini yazar. Galata Kulesi büyük ihtimalle bu Bizans kulesinin üzerine inşa edilmiştir. Kule, çeşitli bölümlerinde yer alan Latince yazıların da kanıtladığı gibi fetihten önce 1348 yılında Cenevizliler tarafından yapılmıştır. Cenovalılar 1300’lerde Galata’yı ele geçirdiklerinde surların büyük bir kısmı ile söz konusu ilk kulenin Bizanslılar tarafından yıkıldığını gördüler. Zamanla bütün surları ve burçları tamir ettiler. Surların tepe noktasında bulunan Galata Kulesi’ni de yeniden inşa ederek bugünkü kulenin temellerini atmış oldular. Külahının tepesinde bulunan bir haç dolayısıyla “Christea Turris” (İsa’nın Kulesi) adı verilen kule, giderek bu küçük Latin toplumunun simgesi haline geldi.1
Galata Kulesi, İstanbul’un fethinden sonra, 29 Mayıs 1453 sabahı anahtarı Fatih Sultan Mehmet’e verilerek Osmanlı’ya bırakıldı. Girişteki mermer kitabe buna işaret eder: “29 Mayıs 1453 Salı sabahı, Cenevizliler Galata kolonisinin anahtarlarını Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmiş ve Galata’nın teslimi 1 Haziran Cuma günü tamamlanmıştır.” Bunu takip eden yüzyıllar boyunca Galata Kulesi birbirinden oldukça değişik amaçlarla kullanıldı. 16. yüzyılda Mısır’dan gelen Arap bilgini Takiyüddin ilk rasat denemelerini burada yaptı. Aynı dönemde kule tersane emrine de verildi, bir süre zindan olarak da kullanıldı.
Galata Kulesi ve Yüksek Kaldırım
17. yüzyılda kaleme alınan Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Galata Kulesi “başhisar” olarak anılmaktadır. Çelebi kuleye çıkmış ve gözlemlerini aktarmıştır: “Açık havada Bursa’daki Ruhban Dağı (Uludağ) açık seçik görünür. Dürbin ile Bursa’nın bütün imaretleri görünür. Bu kule üç fersah yerden bellidir, yuvarlak şekildedir. Bu kulenin içi on bir kat zindandır. Hâlâ Osmanlıların gemi âletlerine mahzendir. Güneye bakan bir demir kapısına (—) [eserde okunamamaktadır] basamak taş merdiven ile çıkılır. Hâkir birkaç kere ondan havaya kâğıt uçurup ve bir kere ona ip bağlayıp çıkan cambaz seyri sebebiyle çıkıp İstanbul şehrini seyrettik.”2 Seyahatnamesinin başka bir yerinde İstanbul’daki cambazların Galata Kulesi’nde gösteri yaptıklarını yazar, seyrettiği de bu tür bir olay olmalıdır.3 Hezârfen Ahmed Çelebi’nin kuleden Üsküdar’a yaptığı uçuştan da yine Evliya Çelebi sayesinde haberdar oluruz: “İlk defa Okmeydanı minberi üzere yıldız rüzgârı şiddetinde kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere göklere kanat açarak talim etti. Sonra Sultan Murad Han, Sarayburnu’nda Sinanpaşa köşkünde seyr ederken Galata kulesinin en tepesinden Ahmed Çelebi lodos rüzgârıyla uçup Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na düşmüştür.”4
"Kilyoz"a uzanan tünel
Galata Kulesi’nin zindan olarak kullanılmasından yabancı seyyahlar da söz eder. 1574’te İstanbul’a gelen Fransız Pierre Lescalopier, Galata’nın en yüksek yerinde zindan olarak kullanılan bir kule ve burç bulunduğunu yazar. Brettenli Michael Heberer 1582-1588 yıllarında İstanbul’da esir olarak bulunduğu dönemde, etrafı yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlu ortasındaki pek yüksek yuvarlak gövdeli kulenin içinde sultanın çeşitli işlerde çalıştırılan 1500 esirinin barındığını bildirir. Reinhold Lubenau, 1587- 1589 yıllarını kapsayan seyahatnamesinde Galata bölgesinde tutsakların tutulduğu mekânları anlatırken Galata Kulesi’ne de değinir: “Alt katında yazıcıların, tutsaklarla ilgilenen rahiplerin, tutsaklar işe gittiklerinde onları gözetim altında tutan gardiyanların yaşadıkları büyük odalar vardır. Bu odaların yukarısında birbiri üzerinde dokuz kat bulunur. Her katta çepeçevre ve üst üste tutsakların geceledikleri hücreler dizilmiştir.”5
İstanbul 1862, Francis Bedford
Galata Kulesi’nin altındaki dehlizlerden Ermeni tarihçi İncicyan (1758- 1833) da söz eder: “Bu gibi yüksek kulelerin diğer bir gayesi daha vardı. Bu da yeraltı dehlizlerinin birleştiği yer olmasıydı. Zira, şehir düştüğü zaman, darda kaldıkları takdirde, firar edenleri oraya toparlarlardı. Buradaki tünellerden uzaklara kaçarlardı. İşbu keyfiyet Galata Kulesi için de anlatılır. Zira, Galata surlarla üçe ayrılmıştır. Üç taraftan da yer altında Galata Kulesi’ne çıkışı olan yol vardır. Birincisi Galata Kulesi’nden Cizvit Bostanı’nın içindeki kuyuya, ikincisi Perşembepazarı’nda bulunan Bostan’daki Yeni Cami’nin yanına varırdı. Üçüncüsü ise Meyit İskelesi tarafında idi. Burası eskiden Venediklilere aitti. Bu sebeple, Venedik elçisi alayla şehre girdiği zaman önce Meyit İskelesi’ne giderdi. Burada çavuşbaşı onu merasimle Bayloz’un (Balyoz) sarayına götürürdü. Bu dehlizlerin bakiyeleri zaman zaman yerler kazılırken meydana çıkmaktadır. Galata Kulesi’nin altından, Kilyoz’a [Kilyos] kadar uzanan bir yeraltı geçidi de mevcuttur. Burada, Cenevizlilerin gemisi hazır beklerdi ki, şayet düşman Galata’yı zaptederse yerli halk önce kuleye sonra da Kilyoz’a sığınsın ve oradan da kendi gemileriyle Kefe’ye sevkedilsin. Zira, o zamanlar, Kefe’nin bulunduğu Kırım, Cenevizlilerin elinde idi. Vaktinde Dörtyol ağzında mağaza inşa etmek için temel kazılırken, bir yol bulundu. İçeri girerek, yer altından geçip Kulekapısı’ndaki hamamın kuyusuna vardılar. Yol kemerlidir ve yer yer odalar açılmaktadır. Burada, Cenevizlilerden kalma kireç ve tuğlaya rastgeldiler. Şüphesiz, aniden ihtiyaç hasıl olduğu takdirde, hazır bulunsun diye. Daha önce, Beyoğlu haricinde bir tepenin altında da bir dehliz bulundu. Bütün bunların Cenevizlilerin yaptığı yolun kalıntıları olduğu anlaşılmaktadır.”6
Bu dehlizler çok daha sonraki yıllarda da karşımıza çıkar. 1965 yılında restorasyon çalışmaları sırasında kulenin temelini güçlendirmek amacıyla yapılan kazıda, dört metre derinlikte kürenin merkezinden geçen bir tünelle karşılaşıldı. 70 santim genişliğinde 140 santim yüksekliğinde taş örgülü bu tünelin Cenevizliler zamanında gizli kaçış yolu olarak denize kadar indiği ileri sürüldü. Tünelin içinde 30 metre kadar inilmiş sonra çöküntülere rast gelinmişti. Aynı kazı sırasında insan iskeleti kalıntılarıyla dört kafatası, eski paralar ve bir kitabe de bulunmuştu. İlgililer, iskeletlerin Kanuni zamanında zindan olarak kullanılan kuleden gizli yolu bularak kazmaya kalkışıp toprak altında kalarak ölen mahkûmlara ait olduğu kanısına vardılar.7
Galata Kulesi Cihannüma katında yangın gözetleme bekçileri, 19. yüzyıl
Eski yangın kulesi
İstanbul’un en eski yangın kulesi olan Galata Kulesi’nde önceleri yangını haber vermek için davul çalınırken 1794 yılında davulun sesinin iyi duyulmadığı düşünülerek kuleye büyük bir kös yerleştirildi. Ayrıca yangınlar bayraklarla da haber verilirdi.8 Öte yandan Galata Kulesi’nin kendisi de tarih boyunca depremler ve yangınlardan etkilenmiş, her seferinde elden geçirilerek yeniden hayata kavuşturulmuştur. Kule, tepesindeki külahı 1875 fırtınasına kadar korumuştur. Bu fırtına sırasında kulenin ahşap külahı uçmuş, ardından yerine sekizgen planlı iki gözlem katı eklenmiştir. Kulenin bu külahsız hali bir asra yakın bir süre, 1964 yılına kadar devam etmiştir.
Çatı uçmadan bir yıl önce, yani 1874 yılında İstanbul’a gelen Amicis kuleyi şöyle betimler: “Galata şehri açılmış bir yelpazeye benzer ve tepenin üstüne yerleşmiş kule bu yelpazenin sapı gibidir. Kule, yusyuvarlak, çok yüksek ve koyu renklidir, tepesinde bakırdan yapılmış mahrutî bir çatısı vardır, çatının altında, koca şehirde ortaya çıkacak en ufak bir yangın alametini haber vermekle mükellef bir gözcünün gece gündüz nöbet tuttuğu bir çeşit üstü örtülü ve şeffaf taraçaya benzeyen, çepeçevre camlı geniş pencereler bulunur.”9
1911 yılında İstanbul’a gelen Le Corbusier ise Galata Köprüsü’nün başında durarak önce eski İstanbul’u seyreder. Sonra geriye göner, karşısında Galata Kulesi vardır. “Arkama döndüm; mercan rengi ve mavi bir anafor içinde Cenevizlilerin kulesini gördüm. Hayal âlemindeydim sanki. Eğilmiş, bir omzuyla, bacaları diken diken dikilen yüksek evlere dayanıyordu; üstüvan [silindir] biçimindeydi, tek bir penceresi bile yoktu, makine parçasını andıran, dışarı kaymış, kapalı, küt ve sert bir tacı vardı. Bütün bu devasa karanlık cihaz trajik bir zırhlı gibi duruyordu.”10
Galata Kulesi'ne ait bir broşür
Turistik mekan haline gelişi
Galata Kulesi zamanla eskidi ve ahşap bölümleri 1963 yılında çökme tehlikesi geçirdi. Bağlantı kirişleri çürüdüğünden içeri ziyaretçi de alınamıyordu. İstanbul Belediyesi tarafından hayati tehlikeler bulunduğu gerekçesiyle boşaltıldı ve restore edilmeye başlandı. 1964 yılında başlayan rölöve çalışmaları Köksal Anadol ve Ersin Arıoğlu tarafından yürütüldü. Bu arada ataları tarafından inşa edilen Galata Kulesi’nde onarım yapıldığını öğrenen Cenovalılar, İstanbul Belediyesi’ne başvurarak restorasyon projesi hakkında bilgi istediler.11 1964’te başlayan kule onarım ve takviye inşaatı üç yıl sürdü ve 28 Eylül 1967’de zamanın Belediye Başkanı Haşim İşcan tarafından ziyarete açıldı.
Galata Kulesi’nin turistik bir mekân haline gelişi bu tarihten itibaren başlar. Kule, bir gece kulübü, bir lokanta, bir Ceneviz meyhanesi, bir de Şark kahvesi ile yepyeni bir tesis olarak İstanbul’un yaşamına katıldı. İki yıl sonra Hayat dergisi mekânın eğlence bölümlerini şöyle tanıtıyordu: “Satış yerlerinin üst katındaki Ceneviz Meyhanesi’ne girince insan, asırlar öncesine gidiveriyor. Kendine has yemekleri, şarapları ile Ceneviz Meyhanesi bambaşka bir havada. Buranın masaları, sandalyeleri, şarap testileri ve bardakları özel surette imal ettirilmiş.”12
1999 yılında Hürriyet gazetesinde Ayten Görgün’ün hazırladığı habere göre, dünyanın, yakın zamana kadar içinde yemek servisi verilen en eski kulesi olan Galata Kulesi, turistler tarafından özellikle ilkbahar ve sonbaharda yoğun bir biçimde ziyaret ediliyor. Yılda ortalama 50-60 bin kişinin ziyaret ettiği Galata Kulesi’nin restoranında 1977’de 54 bin, 1998 yılında ise 57 bin 500 kişi yemek yemiş. Panoramik manzara için gelenlerin sayısı ise yılda 200 bin kişiyi buluyormuş ve gelenler ağırlıklı olarak İtalyan, İspanyol, Fransız ve Alman turistlermiş. Ancak gelenlerin sayısında bu yıl önemli bir düşüş olmuş. Eskiden günde ortalama 160 kişi yemek yiyebilmek, en az 500 kişi de manzarayı seyretmek için geldiği Galata Kulesi’nde şimdi turist sayısı 100 kişiyi geçmiyormuş.13
Galata Kulesi’nin kısa tarihine sığdıramadığımız birçok ayrıntı var elbette. 1909 yılında Tahtaciyan’ın yaptığı “asri kule” projesi var örneğin. Kulenin tepesine yerleştirilen “zaman küresi”nin düşe kalka ilerleyen maceraları var. Hikmet Feridun Es’in kule nöbetçileriyle yaptığı röportajlar da ilginç; kulenin Mercan adlı bir de kedisi olduğunu biliyoruz onun sayesinde. Ceneviz Meyhanesi’ni heykeltraş Kuzgun Acar’ın kısa bir süre işlettiğini öğrenmek de ilgi çekici. Ama bizimkisi kısa tarih, ayrıntılar belki başka bir sefere...
Dipnotlar
1 Dipnotlarda belirtilen kaynaklar dışında, Galata Kulesi’nin tarihini ele alırken yararlandığımız çalışmalar şunlardır: Semavi Eyice, Galata Kulesi, TTOK Yayınları; Halûk Y. Şehsuvaroğlu, “Galata Kulesi”, TTOK Bülteni, Şubat 1955; İbrahim Hakkı Konyalı, “Galata Kulesi’nin meraklı hikâyesi”, TTOK Bülteni, Aralık 1951; Köksal Anadol-Ersin Arıoğlu, “Galata Kulesi, Mimarlık, 1979/1, Tarihi Galata Kulesi”, broşür, İstanbul t.y.
2 (Günümüz Türkçesiyle) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1. Cilt, 2. Kitap, 2008 (5. B.), İstanbul, s. 390.
3 Agy., s. 628.
4 Agy., s. 669.
5 Reinhold Lubenau Seyahatnamesi Osmanlı Ülkesinde, 1587-1589, C. 1, Çeviren: Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 268.
6 Kevork Pamukciyan, “İnciciyan’a göre Galata Kulesi,” İstanbul Yazıları içinde, Aras Yayınları, İstanbul, 2002, s. 33-35.
7 Hürriyet, 9 Eylül 1965.
8 Yrd. Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu, “Osmanlı döneminde İcadiye yangın kulesi ve çalışma sistemi,” Üsküdar Sempozyumu 5, Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Tulumbacıları, Doğan Kitap, (2. B.), İstanbul, 2005, s. 402-404.
9 Edmondo de Amicis, İstanbul (1874), Çeviren Prof. Dr. Beynun Akyavaş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s. 66.
10 Le Corbusier, Şark Seyahati. İstanbul 1911, Çeviren: Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 110.
11 Hürriyet, 9 Eylül 1965.
12 Hayat, 26 Haziran 1969.
13 Hürriyet, 19 Nisan 1999.