A’dan Z’ye Servet-i Fünûn Manzaraları [B]: Balo SOURCE
GÜRBEY HİZ [*]
B harfi ile Servet-i Fünûn’un manzaralarını gezintiye devam ediyoruz. A harfindeki inşaat şamatasından sonra bu kez, Beyoğlu’ndaki eğlence hareketliliğini seyrediyoruz. Bu harfin kavramı ‘balo’. Balo, bir etkinlik olarak İtalyancada ‘danslı eğlence’ anlamına sahiptir ve Latincedeki ballare [dans etmek] fiilinden türer. Osmanlıda da değişmeden dile dahil olur. Yavaş yavaş belli bir cemiyetin mensuplarının kendi içlerinde düzenlediği etkinliklerin ötesine geçer ve daha çoğul katılım gerçekleşir. Reşad Ekrem Koçu, bu gibi eğlencelere “avam, esnaf tabakasındakilerin” de dahil olmasıyla halk ağzında Galata sokaklarında limana yakın barların, balodan bozma “baloz” adıyla ortaya çıktığını belirtir. II. Abdülhamid devrinde sayıları iyice artan balolara da “şimdiki barların cadaloz ninesi” tabirini yakıştırır.1 19. yüzyılın son yıllarında Beyoğlu bu eğlence pratiğinin odağını oluşturur. Öyle ki, aynı gece içerisinde semtte birden fazla baloya gitmek mümkündür. Servet-i Fünûn’un 20 Ocak 1898 tarihli 358. sayısında Ahmed İhsan tam da böyle bir gece deneyimini okurlara aktarır. Ahmed İhsan’ın ilk sayılardan itibaren kaleme aldığı “İstanbul Postası” başlıklı köşe yazı dizisi, bu sayıda Beyoğlu balolarının içerisine sızmamızı sağlar. Yazarın kent içi deneyimlerini öznel bir perspektifle yazması bakımından bu dizi hayli ilginç metinlerle doludur. Özellikle günün ritmini kendi deneyimleriyle yazıya dökmesi bakımından potansiyelli keşifler barındırır. Bu diziye fotoğraf veya gravürler eşlik etmez. Belki de yazılarda mekânların detaylıca anlatılmasını buna borçluyuz. Bir de konu balo gibi taşkınlığa müsait bir etkinlik olunca, dönemin dergi sayfalarının başka sayılarında da pek bir materyal bulunmaz. Dolayısıyla baloyu, Ahmed İhsan’ın sözcükleri üzerinden takip edeceğiz. Başka kaynaklardan çağrılan görseller aracılığıyla mekânlara dışarıdan bakma fırsatımız var ama içerideki atmosfere kelimeler yardımıyla dahil olacağız.
“Mevsim karnavala girdiği için cumartesi günü Beyoğlu’nda baloları küşâd eylediler [açtılar], bunların her cihette [yönde] birinciliğini Onyon Fransez’de [Union Française] Etfal Hastahanesi menfaatine verilen balo ihraz etti [kazandı]; Tepebaşı Tiyatrosu’nda ise Cemiyet-i Museviye balosu i’tâ olunuyor [veriliyor], Doğruyol’daki Odeon Tiyatrosu da her gece devam edecek müsamerelerine –bu sene beş kuruştan ibâret bir fiyat ile– başlıyordu. Birbirine nispeten ehemmiyet, zarâfet, fiyat nokta-i nazarlarından muhtelif ve mütebâyin [birbirine zıt] tabakalar teşkil eden bu üç baloda o gece bulundum.”
İstanbul’da karnaval mevsimi, Hıristiyanların büyük perhize girmesinden önceki ocak ve şubat aylarına rastlar. Rumların kutladığı Apukurya karnavalı gibi sokağa taşan eğlencelerin aksine, Ahmed İhsan’ın kaleme aldıkları, kapalı mekânlarda gerçekleşen etkinliklerdir. Bunlar karnavalesk, toplumsal düzenin askıya alındığı birer şenlikten ziyade, toplumsal sınıfların sıkı sıkıya pekiştiği, daha üst sınıf kesimin katıldığı gösteri eğlenceleridir. Ahmed İhsan için de balonun işlerliği ancak böyle şekillenir. Az biraz gösterinin seyrini bozan taşkınlıklar yaşandığında bu gösteri onun için gülünç hâle gelir. Bu yüzden, ilk gittiği Union Française’deki balo, gönlünde birinciliği kazanarak metninde de en fazla yere sahip olur. Yine de baloların zamansal olarak karnaval kültürünün sürekliliğiyle şekillendiği bellidir. Kar, çamur, yağmur demeden kışın en soğuk günlerinde tertip edilirler. Bir kafe ve üç balo gezen Ahmed İhsan ve dergide “Musahabe-i Fenniye” başlıklı köşe yazısı dizisini yazan arkadaşı Mahmud Sadık, o geceki gezinti güzergâhına öncelikle Splendid Kafe’de akşam yemeğiyle başlar. Devamında Tepebaşı tarafına doğru yürürler ve sırayla Union Française ve Tepebaşı Tiyatrosu’ndaki balolara katılırlar. Gecenin sonunu ise Doğruyol (günümüz İstiklal Caddesi) üzerinde Odeon Tiyatrosu’ndaki baloyla tamamlarlar. O gecenin güzergâhı 1905 haritasında şöyledir:
1. Splendid Kafe: Gayret ve Sebatın Fevkalade Numunesi
“Muharrir-i fenniyemiz [bilimsel konularda yazan yazarımız] Mahmud Sadık Bey ile baloları yukarıdan aşağı süzmek görmek için bu bapta verdiğimiz kararı az kalsın o akşamki yağmurlu rüzgâr bozuyordu. Lakin ne fena havaydı ya! Devamlı müessir [etkili] yağmuru, çamurlu sokakları, rutubetli havasıyla tam İstanbul kışıydı. Yağmurdan şemsiyemizle, çamurdan kıvrılmış paçalarımız, uzun yüzlü lastiklerimiz ile kendimizi nim-vikâye ederek [yarı koruyarak] Splendid Kafe’den içeri girdiğimiz zaman bir oh çektik. Tatlı ve kurak hararet âdeta çehrelerimizi okşuyordu.”
Ahmed İhsan ve Mahmud Sadık, balo gezmelerine başlamadan önce akşam yemeğini, günümüzde Tokatlıyan İşhanı ve Pasajı olarak bilinen arsada bulunan Splendid Kafe’de yer. Büyükada’daki aynı isimli Splendid Palas Otel ile ilişkisi olmayan bu yapı, 1895 yılında Mıgırdiç Tokatlıyan’ın inşa ettirdiği kafe-pastane olarak biliniyor.2 Kafe yapılmadan önce, 1884 yılında arsanın arkasında bulunan Üç Horan Ermeni Kilisesi, kilisenin kazanç sağlaması için bir tiyatro yapısı yaptırmak ister. İnşa edilen görkemli tiyatro 1892’de yanar. Bunun üzerine Tokatlıyan’ın teklifi olan Splendid Kafe inşa edilir. Bu mekânın, döneminde epey pahalı bir restoran olduğu bilinir.
“İntihap eylediğimiz [seçtiğimiz] köşede ısmarlanan yemekleri intizar ederken [beklerken] yakınımıza gelip oturan bir zât bizi epey oyaladı:3 Adamcağız eliyle başını setr eden [örten] seyrek saçları bir daha savurduktan sonra elini cebine sokmuş, lâkaydane surette [ilgisizce] çıkardığı bir avuç lirayı yalnız gözüyle şöyle bir saymış, para ile iştigâlin sanatı icabetinden olduğunu göstermiş idi. Yanına gelen diğer iki mösyöye o günün telgraf havâdisleri hakkında tedkikât-ı sarrafiye ve felsefiyye [sarraflık ve felsefeyle ilgili görüşler] serd ederken [dile getirirken] biz tabağımızdaki yemeğin leziz lokmalarını çiğniyoruz. Bahsi gayret ve sebâtın mehâsinine [iyiliklerine] hasr eylemiş [içinde kalmış] bulunuyorduk. Vâkıa az uzakta iki büyük destgâh [tezgâh] arasına yerleştirilmiş yazıhanenin karşısına oturmuş ve kendine yakıştırdığı fesiyle daima mestûr [örtülmüş] bulunan başını önüne eğmiş olan gazino sahibi Mıgırdiç Efendi gibi gayret ve sebâtın fevkalade bir numunesi daha gösterilemez. Bu genç adam yirmi sene evvel çarşıda Mahfazacılar içinde –şimdiki lokantanın alt katını teşkil eden– ufak dükkânda sarfa başladığı gayrette hiç tevkif göstermemiş [durmamış], o gayret ve sebâtı sayesinde Beyoğlu’nun ve bütün İstanbul’un en büyük gazinosu olan Splendid Kafe’yi meydana getirmiş, o ufak dükkândaki mahviyetini [alçakgönüllülüğünü] hiç bırakmamıştır. Binâenaleyh dâima çalışır, dâima terakki eder.”
Bahsi geçen azimli Mıgırdiç Tokatlıyan, Ahmed İhsan’ı haklı çıkartacak başarılara devam eder. Kafe, 1897 yılında hizmete açılan otelle beraber çalışır.4 Önceleri bu otel Otel Splendid olarak da anılır. 1905 yılında hazırlanan sigorta haritasında, otelin ve kafenin bulunduğu arsa, henüz sonradan açılacak görkemli otel gibi monoblok bir yapıda değildir. Parçalı, farklı katlı birtakım yapılar içerir. Splendid Kafe de muhtemelen iki caddeye bakan köşede bulunan patisserie’dir.
Zamanla otel genişler ve 1909 yılında günümüze ulaşan görkemli yapı inşa edilir: Dönemin ünlü oteli Pera Palas ile rekabet hâlinde olan Tokatlıyan Oteli. Avantajı cadde üzerinde olmasıdır. İçerisinde bir balo salonu da kurulur. Otelin yanındaki ve sonradan Balo Sokağı olarak isimlendirilecek sokak, muhtemelen bu baloyu işaret eder. Ahmed İhsan’ın daha sonra buradaki baloları da deneyimleyip deneyimlemediği merak konusu. Yemeklerini bitirdikten sonra, ilk baloya girmek üzere yola koyulurlar.
2. Onyon Fransez: Müzeyyen Salonda İcrâ-i Âhenk
“Sevgili arkadaşım Sadık Bey meftunu [tutkunu] olduğu kahvesini de içtiği zaman saat beş olmuş, balonun zamanı gelmiş idi, biz de beş dakika sonra Onyon Fransez’in [Union Française’nin] güzel merdiveninden çıkıp en üst kattaki mükellef [süslenmiş] ve cesim [büyük] salonundan içeri giriyorduk.”
1896 yılında inşa edilen Union Française, bugün İstanbul Modern’in Karaköy’deki yeni binası tamamlanana kadar kullandığı geçici yapıdır. Mimarı da dönemin Beyoğlu’nda birçok yapısını tasarlayan Alexandre Vallaury’dir (1850–1921). Balonun gerçekleştiği toplantı salonu cephede geniş bir açıklık olarak farklılaşır ve öne doğru çıkma yapar.5 Yapının kesiti ve planında görülebilen ve Ahmed İhsan’ın “cesim” olarak bahsettiği bu salon, yapının odağını oluşturan bir önemle yerleştirilir. Burada balo dışında Fransız kültürüne dair farklı etkinliklerin de gerçekleştiği metinlerden anlaşılır.
“Beyoğlu’nun en kibar en mûteber aileleri, en zengin halkı burada idi. Erkân-ı memurin-i Osmaniye’den [Osmanlı’nın ileri gelen memurlarından] bir hayli zevât [kimseler] dahi bunlar meyânında [arasında] bulunuyordu. Vâkıa balonun maksad-ı i’tâsı [verilme maksadı] hayırdan ibâret, mürettibi [düzenleyeni] Doktor Violi gibi memleketimizin meşhur bir tabibi olduğu için şehrimizin en güzide halkını toplamış, Onyon Fransez’in müzeyyen [süslenmiş] salonu hakikaten kesb-i revnak [göz alıcılık kazancı] eylemiş idi.”
Ahmed İhsan’ın metnin başında bahsettiği Etfal Hastanesi, 1899’da kurulacak olan Şişli’deki Hamidiye Etfal Hastanesi değildir. İtalyan Doktor Giovanni Battista Violi’nin (1849-1928) hâlihazırda 1895 yılında kurduğu ve Osmanlı sınırları içindeki ilk çocuk hastalıkları kliniği olan Sen Jorj [Saint ¬Georges] Uluslararası Çocuk Hastanesi’dir. Violi bu hususta çalışmalarını sürdürerek, 1897’de Beyoğlu’nun yüksek sosyetesinin desteğini toplar ve İstanbul’da Çocukluğu Koruma Uluslararası Derneği’ni [Société Internationale pour la Protection de l’Enfance] kurar.6 Ahmed İhsan’ın katıldığı gece de yine böyle bir desteğin toplandığı bir baloya işaret eder. Bu gibi balolardan birinde Sen Jorj Çocuk Hastanesi yararına bağış toplamak için satılan sigara kâğıdı kartonlarından biri aşağıdaki görseldeki gibidir.
Violi, Ahmed İhsan’ın da belirttiği gibi döneminde meşhur bir doktordur. Şöhretini 1880’de Beyoğlu Aynalı Pasaj’da bir aşı evi kurarak çiçek aşısı üretmesine borçludur.7 Kendi deneyleri sonucu ürettiği aşıyla birçok çocuğa ücretsiz aşılama yapar. Doktorun girişimci yönü bu kadarla da kalmaz; 1909 yılında Türkçe ve Fransızca yayımlanan, La Pédiatrie en Turquie / Türkiye’de Emrâz-ı Etfâl adlı, Osmanlı’da çocuk hekimliğine odaklanmış ilk dergiyi de kurar. Violi basınla olan ilişkisiyle de Ahmed İhsan’ı sonraki senelerde etkilemeye devam edecektir.
“Bu salon âdeta büyük bir tiyatro mahallidir, sahnesi locaları bile vardır. Sahnede icrâ-i âhenk eden [uyumla icra eden] müzika orta yerde mücellâ [parlak] parkelerin üstünde raks eden müzeyyen [süslenmiş] mücehhez [donanmış] envâ-i madamları matmazelleri, siyah elbiseli, beyaz boyun bağlı, gümüşi eldivenli erkekleri şevke getiriyor, cümlesinin hayâli yan taraf duvarlarını işgâl eden aynalara aks eyliyor [yansıyor], hakikaten çok nazar-rüba tuvaletler [gösterişli elbiseler], süslü dekolteler nazar-ı temâşâyı tezyin ediyor [süslüyor] idi.”
Ahmed İhsan’ın baloya dair anlatısı, okuru mekânın içerisindeki ortamı deneyimlemeye doğru sürükler niteliktedir. Parkenin parlaklığından aynalardaki dans hareketlerinin yansımasına dek, balo atmosferi metinde tekrar üretilir. Belli ki bu balo onun için mekânıyla, insanların kıyafet ve danslarıyla hayli uyumlu bir yapıdadır. Balo salonunu tiyatro sahnesine benzetirken sadece mekânsal olarak bir alegori kurmaz, aynı zamanda insanların bu balo oyununu metnin dışına çıkmadan oynadığını düşünür. Onun için balonun yapılma amacı ve işleyişinde hiçbir kusur yoktur.
“Baloda şevk ve neşat [sevinç] tam germi [sıcaklık] bulmuş idi ki orta katta hazırlanmış mükemmel büfede teskin-i harâret ederek [harareti sakinleştirerek] kapıdan çıktık, caddeyi bir baştan bir başa doldurmuş sedyelerin –zira madamların, matmazellerin hemân kâffesi [hepsi] iki kuvvetli adamın dört bacağı sayesinde hareket eder sedyelerle gelmiş idi– arasından geçtik, Tepebaşı Tiyatrosu’na dahil olduk. Burası da tam şaşasını bulmuş idi.”
Ahmed İhsan’ın dışarı çıktığında karşılaştığı sedyeler, dönemin Beyoğlu sokaklarının ilginç bir pratiğine işaret eder. Bir nevi, kısa mesafeleri (örneğin balodan baloya) katetmek için üretilmiş hamal-taksilerdir bunlar. 1875 yılında, Musavver Medeniyet adlı resimli dergide bir gravürü bulunan bu taşıma araçları için iddialı bir ifadeyle “Bu sedyeler yalnız Beyoğlu’na mahsus olup oradan başka dünyanın başka hiçbir tarafında bulunmaz” yazılır.8
3. Tepebaşı Tiyatrosu: Başka Bir Tarâvet
Ahmed İhsan ve Mahmud Sadık, az bir mesafe yürüyerek bir sonraki baloya, Tepebaşı Tiyatrosu’na geçer. Öncesinde Müslüman mezarlığı, sonrasında bahçe ve tiyatro ve günümüzde çok katlı otopark yapısının bulunduğu Tepebaşı, bir hayli serüven yaşamış durumdadır.9 1870’lerden itibaren yapılaşmaya başlayan bu arazi, etrafındaki yeni oteller, eğlence mekânları ve tabii balolarla kentin yeni yaşam pratiklerinin denendiği bir laboratuvar alanı olur. Ahmed İhsan ve Mahmud Sadık’ın girdiği Tepebaşı Tiyatrosu ise 1880’de tasarlanan bahçenin içerisinde bulunan bir yapıdır. Zamanla eklenen ve yola doğru uzanan giriş yapısıyla misafirlerini kabul eden bu balo bir öncekinden daha farklıdır.
“Balo maskesiz olursa o kadar parlamaz, huzzâr [bulunanlar] mecburi olarak muhâfaza-i ciddiyet ve sükûn eder. Tepebaşı Tiyatrosu’nun vasi [geniş] salonunu dolduran halk bu bapta güzel bir ispat idi. Burada süs, ziynet, mûtena tuvalet o kadar değil, fakat buna mukabil meydanda başka bir tarâvet [tazelik] var. Kadınlar sadece esvapları, zarif maskeleri altında sahihen [gerçekten] cezbedar idi, dans daha harâretli oluyor idi. Localar şehrimizin mûteber Musevi aileleri tarafından işgâl olunmuş idi, hülâsa [özetle] şevk ve zevk tam kararında idi.”
Ahmed İhsan, bu baloyu diğeri kadar uzun uzadıya anlatmasa da Musevi Cemiyeti tarafından düzenlendiğini metnin başında söyler. Yine bir yardım balosu mu yoksa sadece cemiyetin toplandığı bir eğlence mi olduğunu özellikle belirtmez. Onun için bir önceki balodan daha özensiz oluşunu tek örten unsur, maskeli balo olmasıdır. Halbuki maskeli balo, karnavalesk pratiklere daha yaklaştıran bir eğlence türüdür ve Ahmed İhsan’ın pek de zevk aldığı bir etkinlik değildir. Yine de maskelerin zarif bir şekilde takılmış olması, bu eğlencenin düzenini bozmamalarını sağlar. Buradan bir sonraki baloya, tekrar İstiklal Caddesi’ne doğru devam ederek Odeon Tiyatrosu’na geçerler.
4. Odeon Tiyatrosu: Kabına Sığmaz Bir Coşkunluk
“Lakin biz kararımızı yine bozmadık; biraz sonra Odeon Tiyatrosu’nun bilet mahallinden beşer kuruşa birer duhûliye [giriş ücreti] mukavvası mübâyaa ederek [satın alarak] tam seyirci gibi içeri giriyorduk. Vâkıa burada gazeteci sıfatıyla bulunmaya mahal yok idi.”
Gecenin son durağı Odeon Tiyatrosu’dur. Tekrar, Splendid Kafe’nin yakınlarına doğru gelirler. Bu tiyatro arsasında 1871’de Elhamra ismiyle bir sirk bulunur. 1874’te yapılan tiyatro binası ise Verdi, Varyete, Eldorado gibi farklı isimler ve çeşitli dönüşümler geçirdikten sonra Odeon Tiyatrosu ismini alır. Tiyatro, günümüzde Demirören AVM’nin bulunduğu ada içerisinde yer alır ve hiçbir izi kalmaz. 1905 yılı sigorta haritasında Gökhan Akçura’nın Manifold’da kaleme aldığı, komşu parselde inşa edilecek olan Skating Palace henüz bulunmamaktadır.
“Balonun daha ilk akşamı olduğu hâlde içeride bir kıyamettir gidiyor. Kendini bilenler localara çekilmiş uzaktan seyirci; orta yerde öyle bir halk var, ne pây-ı raksına [ayak dansına] ne muzikanın esvâtına [seslerine] ne de beyhude yere bağırıp çağırarak oyuncuları kavâid-i raksa [raksın kurallarına] davet eden muallim efendinin ihtarâtına [ikazlarına] tevfik etmiyor [uymuyor]! Her biri kendi havasına göre oynuyor. Karşı yakanın en dûn [aşağı] tabakât-ı sefahâtında [zevke düşkünler tabakasında] pûyân olan [geçip giden] birçok kabına sığmaz kadınlar olanca coşkunluklarına meydan vermiş; öyle sıçrıyorlar ki hepsi pancar gibi kızarmış, –kimsenin ehemmiyet verdiği yok, maske bir tarafa fırlamış– şiddetli bir ter içinde... Bunların karşısında raks eden mağaza hademesi, dükkân çırağından ibâret erkekleri görseniz onlar daha gülünç!”
Belli ki Ahmed İhsan’ın gece boyunca en sevmediği balo bu sonuncusudur. Önce gazeteci olduğu hâlde ücretsiz girememesine hayıflanır, sonra da içerisinin kalabalık oluşundan dem vurur. Asıl gülünç bulduğu ise baloya gelen insanların düzensiz, alelade bir gösteri üretmesidir. Aşağı tabaka olarak gördüğü ve önceki baloların davetlilerine benzemeyen bu insanlar ne dansın ritmini tutturur ne de maskeli balonun kurallarına uyarlar. Başka bir deyişle, bir gösterinin pratikleri askıya alınmış, balo zıvanadan çıkmıştır.10
Ahmed İhsan’ın aksine Ahmed Rasim’in yine bir karnaval gecesi deneyimlediği Odeon Tiyatrosu anlatısı tam tersidir. O bu farklılığı “dört duvar arasında hariçte misli görülmeyen bir âlem” olarak tarif eder. Ahmed İhsan gibi disipliner bir balo eğlencesindense ne olup bittiğini anlayamadığı bu atmosfer onu büyüler: “Neden seviniyordum, hâlâ anlayamadım. [...] hemen her locası bambaşka kıyafetler, hareketler, müsademeler [çarpışmalar], takılıp gitmeler, türlü türlü reveranslar, bel, el tutuşmalar arasında dakika bedakika mütebeddil olan [değişen] velvelezar [şamatalar] bana hoş görünüyordu.”11
“Eğer hava akşamki şiddetinde devam etse idi asıl bizim hâlimiz gülünç olacak idi, saat on bire karib [yakın] balo kapısından dışarı çıktığımız zaman orada duran birkaç arabadan hiç birisi bizi İstanbul’a kadar götürmek istemedi. Teşekkür olunur ki semâda sehâb-ı baran [yağmur bulutu] kâmilen [tamamen] dağılmış, rüzgâr kesilmiş idi. Üç baloda teneffüs eylediğimiz hava-i mahsurun [mahsur kaldığımız havanın] başımıza verdiği sersemliği taze ve pak bâd-ı sabahı [sabah rüzgârı] teneffüs ile izâle ederek [uzaklaştırarak] İstanbul cihetinin yolunu tuttuk.”
Geceyi bitirirken Ahmed İhsan ve Mahmud Sadık’ın yaşadığı, günümüz için bir hayli tanıdık bir deneyimdir. Gidecekleri yeri beğenmeyen arabacılar (taksiciler) onları almayınca, yürüyerek evlerine dönerler. Böylece bizim de altı yedi saatlik bir 1898 Ocak gecesini onlarla beraber dolaşarak dört farklı mekânda bulunma şansımız olur.
1. Reşad Ekrem Koçu, “Balo”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 4, İstanbul: İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kolektif Şirketi, 1960.
2. Özgü Çilli, Tanzimat Sonrası Osmanlı Otel Mimarisi ve Pera Palas, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı, 2009.
3. Ahmed İhsan’ın 358. sayıdaki “İstanbul Postası” bölümünün buraya kadar olan kısmının transliterasyonunu Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün “Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” başlıklı araştırma projesi kapsamında hazırlanan veritabanından elde ettim. Metnin geri kalanının transliterasyonu bana aittir.
4. Pelin Aykut, “Tokatlıyan Oteli”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 7, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, 1994.
5. Afife Batur, “Union Française”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 7, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yayını, 1994.
6. Gülten Dinç ve Şeref Etker, Türki̇ye Çocuk Heki̇mli̇ği̇ni̇n İlk Dergi̇si̇: La Pédiatrie En Turquie / Türki̇ye’de Emrâz-ı Etfâl, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, c. 2, 2004.
7. Nuran Yıldırım, İstanbul’un Sağlık Tarihi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Üniversitesi Projesi, No: 55-10, Istanbul: Ajansfa, 2010.
8. Musavver Medeniyet, Sene: 2, Sayı: 2, 1875.
9. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde 2019 yılında gerçekleşen Aralıktan Bakmak: Meşrutiyet Caddesi’nden Bir Kesit sergisi hem tiyatronun bulunduğu arsaya hem de semte dair gündelik pratiklerin dönüşümünü aktarması yönüyle öne çıkan bir sergiydi.
10. Koçu’nun aktardığı, Beyoğlu balolarında söylenen kanto, bir nevi bu oluş hâlindeki yeni kimliğin sahiplenme biçimini açığa vurur: “Bu hâlden şikâyetim yok / Balolarda dans eden çok / Bana zevzek diyorlarmış / Kalbime saplanır ok / Balolarda raks ederim / Meclisimi şâd ederim / Velosipidle çok gezerim / Piyasada var şöhretim / Polka sotiz oynayarak / Kederi def ederim” Reşad Ekrem Koçu, agm.
11. Ahmed Rasim, Fuhş-i Atik, Aktaran: Reşad Ekrem Koçu, “Apukurya Maskaraları”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 2, İstanbul: İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kolektif Şirketi, 1959.
[*] Gurbey Hiz | Ph.D. | Research Assistant
CONTACT Kadir Has University, Istanbul, Turkey gurbey.hiz@khas.edu.tr
RESEARCH INTERESTS Architectural Design; Architectural Representation; Visual Culture; Social Space; Cultural Studies;Narrative; Media Archeologies; Periodicals; Modernity; Ottoman History (late 19th-early 20th century)
LANGUAGES Turkish (native); English (academic); German (reading w/ dictionary); Ottoman (reading).
EDUCATION
2020 Ph.D. Architectural Design, Istanbul Technical University
2010-11 M.Sc. Urban Design, Hafen City UniversitŠt Hamburgw/ the support of Erasmus Exchange Programs
Grant2008 B.Arch. Architecture, Istanbul Technical University