Friday, March 15, 2019

Lolo | Temaşa-i Dünya

19th century marks the time when ‘novel’ enters from west into Turkish and Greek literature. At that time, Ottoman and Greek societies were at the brink of very diverse historical and social changes. Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş, among the first novels published in the Ottoman Empire is not a genuine novel in the proper sense. Evangelinos Misailidis Efendi from Kula, re-edited Polyapthis, the Greek novel written by Grigorios Paleologos at Athens in 1839, and published Temaşa-i Dünya as if it was his original work in Istanbul in 1871–72. This article will investigate why a novel written for the Greeks has an impact on the readers who live within the boundaries of the Ottoman Empire, and the transition it had during Temasa-i Dunya.


Evangelinos Misailidis[1] | Temaşa-i Dünya (1871-2)[2]

“İslâmlar, millet tefrik etmeksizin her gelen misafire aynı üzere taam da tertip ederler ve bir âdem cebinde 5 parası olmadığı takdirde kâffe-i Türkiye’yi sefa-i hatırla seyahat edebilirler. Evropa’da ise parasız on adım atmanın ihtimali yoktur ve insan acından nasıl ölür idüğini seyr ü temaşa ederler. Öbür taraftan, hayvanlara kudretlerinden ziyade yüklenmesin diye hayvanperver şirketleri [filozoos eteria] teşkil ederler. Evropa’nın medeniyeti bu mudur? Bu suretle yaşasın Türkiye! Evropa’da birinin çocuğuna kazaen bir şamar vursan, yakayı kurtarmanın ihtimali yoktur. Türkiye’de ise, bir İslâmın kazaen çocuğunu öldürsen de, ‘Ocağına sığındım’ deyü hanesine iltica eylesen, ‘Takdir-i ilahi böyleymiş diyerek, merhamet edüp affeder.’ ” (T:494). 

“Vaktiyle Galata camisine bir domuz girmiş olmağ ile, imamlar döverek çıkarırken, bir Bektaşi dervişi rast olup, ‘Niçin döversiniz zavallı domuzu?’ deyü tektir etmiş, imamlar dahi ‘Derviş baba, camiye girdi, camiye’ cevap ettikte, bilse girmez ya, işte ben bilirim de girmem." 

‘Elbette, Yunanlılar da Tanzimatın lezzetini alsalar, serbestiyetin kadr-ü kıymetini de tanırlar. Bu da vakitlere muhtaçtır,’ dedim ve bu suretle Kir Stefanos’u bazı mertebe tesellâ eyledim. Ve bu vechile ile müteselli olarak gitti.’ ” (T:630). 


(T:36) “Eti senin, kemiği benim”
(T:52) “Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu”
(T:54) “Yandım, Kerem’in arpa tarlası gibi tutuştum”
(T:57) “…iki kelise arasında kalmış ‘bînamaz’ gibi ”
(T:116) “Kırk yıllık Yani olur mu Kâni”
(T:131) “…dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur”
(T:132) “Atı alan Üsküdar’ı savuştu.”
(T:199) “…beş parmak bir değildir”
(T:199) “her koyun bacağından asılır”
(T:201) “Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu.”
(T:212) “Tatlı dil ilanı (yılanı) deliğinden çıkarır…”
(T.223) “Tilkinin otuz iki fasılı vardır, cümlesi tavuk üstüne ve ayının yetmiş iki faslı vardır topu da alıç ile armut üstüne…”
(T:242) “Allah kişiyi gördüğünden yadeylemesin…”
(T:271) “…sidik yarıştırmaya kalkışır…”
(T:301) “…hoşabın yağı kesildi…”
(T:339) -“Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe…”
(T:347) “…et iyiliği, at denize, balık bilmez ise, Halik bilir”
(T:400) “…köpeksiz köyde değneksiz gezmekliye niyet eylemiş oluyor…”
(T:400) “…söz anlamazsa söz dinletmek torlak sıpayı sudan geçirmek gibi güççe olacak…”
(T:401) “…fakat çaydan geçinceye değin şeytana dayı çağırmak lazım gelir…”
(T:402) “…ama rahmetten kaçarken, doluya rast oldum.”
(T:405) “…dinsizin hakkından imansız gelir imiş…”
(T:405) “…süt yoğurttan mı, yoksa yoğurt sütten mi, yumurta tavuktan mı, yoksa tavuk yumurtadan mı…”
(T:424) “Zurnada peşref olmaz, ne çıkarsa bahtına”
(T:429) “Sağ elinin ettiğini sol elin tanımasın, bu surette her ne iyilik
edersek, onu da gizli yapmalıyız”
(T:441) “…kim bilir kaçını çırağ çıkardılar…”
(T:460) “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer”
(T:461) “…iki dirhem bir çekirdek oldukları halde…”
(T:479) “…delikli boncuk yerde kalmaz fetvasınca…”
(T:481) “Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdürrahman çelebi çağırırlar…”
(T:504) “…kızı da kendi haline bırakırsan çalgıcıya varır derler…”
(T:541) “Keşki kediyi evvelden yırtsaydım…”
(T: 542) “Sarmısağı evermişler de kırk gün kokusu çıkmamış derler...”
(T:553) “…çingân çalar kürt oynar… ”20
(T:554) “…sabrın encamı selamettir…”
(T:577) “…gökden ne yağar da yer götürmez?”

SOURCE: İlk Yunan Romanı Polipathis’ten Temaşa-i Dünya’ya 
Damla DEMİRÖZÜ | Doç.Dr., Ankara Üniversitesi 
Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, E: ddemirozu(at)hotmail(dot)com
[1] Evangelinos Misailidis (Ευαγγελινός Μισαηλίδης), (1820 - 1890Karamanlı (anadili Türkçe olan Ortodoks Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı) yazar ve gazeteci.
Manisa'nın Kula ilçesinde doğdu. İzmir'deki Protestan Okulunu bitirdikten sonra Atina'da üniversiteye devam etti. Bir süre Alaşehir'de öğretmenlik ve okul yöneticiliği yaptı. İzmir'de Rumca yayımlanan Amalthea gazetesi yazı heyetine katıldı. İrfanname adında Rumca harfli Türkçe bir eser yayımladı. Türkçenin Rumharfleriyle daha düzgün yazımı için noktalı harfleri içeren bir sistem geliştirdi. Türkçe Şark adlı haftalık bir siyasi dergi ve Mektebi Fünunu Şarkiye adlı bir risaleler dizisi çıkardı.
1850 İzmir yangınından sonra matbaasını İstanbul'a taşıdı. 1851'den itibaren İstanbul'da Anatoli isimli Türkçe gazeteyi çıkararak 40 yıl boyunca idare etti. Ayrıca kısa sürelerle Mikra Asia (Küçük Asya) adlı Rumca bir gazete ve Kokorikos adlı bir mizah dergisi neşretti. 1871-1872 yıllarında dört cilt halinde Rum harfleriyle yayımlanan Temaşa-i Dünya ve Cefakar ü Cefakeş adlı eseri Türkçenin seyahat-macera türündeki ilk romanı sayılabilir. Geçtiğimiz yıllarda Seyreyle Dünyayı adıyla ve Latin alfabesiyle yeniden basılmıştır.
Misailidis 1890'da İstanbul'da vefat ederek Balıklı Rum Mezarlığı'na defnedildi.

[2] Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş, written by Evangelinos Misailidis in 1871-1872, has widely been considered to be an adaptation of the Greek novel, O Polipathis (1839) and its originality has not been adequately emphasized in past studies. This article suggests that Temaşa-i Dünya should be considered an original novel since it incorporates traditional folklore forms peculiar to Ottoman literature which are absent in Polipathis. This study, first of all, describes the variety and the origins of the traditional folklore forms in Temaşa-i Dünya and delineates the literary tools by the help of which they were included in the text. Furthermore, it analyzes how these elements affect the narrative discourse and the author’s purposes in employing them. The analysis demonstrates that in Temaşa-i Dünya oral and print culture materials of both Muslim and non-Muslim origins are embedded in the text primarily in the form of narrative digressions and digressions from the frame story. These digressions carry the marks of the traditional story teller both in terms of functionality and at the discursive level. In other words, Misailidis’ narrator, being an active subject, similar to the story teller in the oral culture, chooses and manipulates the appropriate traditional story in accordance with the messages he conveys to the Karamanli readership. It can also be said that, unrealistic features of traditional stories are eliminated and the stories are presented in a realistic style and content. Moreover, the aforementioned narratives help to overcome the limited perspective of the first person narrative and to portray a variety of experiences. Temaşa-i Dünya also presents a folkloric panorama of 19th century Istanbul through numerous idioms and proverbs

Thursday, March 14, 2019

Ottoman Istanbul, ca. 1750–1850

Ottoman Istanbul, ca. 1750–1850 

Istanbul, as both port city and imperial centre, had developed into a metropolis by the early nineteenth century, with a population of around 360,000.3 In 1829, the male population of greater Istanbul comprised approximately 97,000 Muslims compared to 115,000 non-Muslims, who – in contrast to the empire as a whole – remained in the majority until the influx of Muslim 

refugees from former Ottoman territories in the 1880s.4 Greater Istanbul was made up of the walled old city (containing the seat of imperial power and referred to as ‘Der saadet’ or ‘Asitane’) and the three towns (bilad-ı selase) or outer districts of Eyüb (north-west of the walled city), Galata (north of the Golden Horn), and Üsküdar (on the Asian side of the Bosphorus). Both administratively and socially, the city was organised into smaller neighbourhoods (mahalle) whose residents typically shared a common religion or hailed from the same region. While the mahalle was an important means of regulating social conduct and discouraged mixing between different confessional groups, such boundaries were less strictly observed in commercial or port areas of the city, most importantly in the former Genoese trading post of Galata, and became increasingly fluid during the late eighteenth and nineteenth centuries.5

2 Philliou 2011, xvii. 3 Karpat 1985, 103. Findley (2010, 62) gives the figure of 375,000 for the 1830s. Cf. Başaran 2014, 56–62. On the particular dual character of Istanbul as both port city and imperial capital, see Eldem 1999a.
4 Karpat 1985, 86. The exact figures from the 1829/30 census (reproduced in ibid, 202) are: Muslims, 87,231; special groups (probably Muslim), 9,846; non-Muslims, 115,206. Amongst the non-Muslim population we find the following categories: Greeks, 49,323; Armenians, 48,866; Jews, 12,032; Catholics: 4,985. 
5 Eldem 1999a, 152–8; Behar 2003. On the neighbourhood as a means of social control, see Wishnitzer 2014, 516–8

Source: Writing Music in Nineteenth-Century Istanbul Ottoman Armenians and the Invention of Hampartsum Notation Jacob Olley PhD in Music King’s College London 2017 

https://kclpure.kcl.ac.uk/portal/files/99028808/2018_Olley_Jacob_1239687_ethesis.pdf